Hiçbir günün ertesi yoktur ve onca zaman
takvimlerden sadece dünü kopardım ben
geçmişi eksiltmek için.
Büyük rüzgarları, fırtınaları bekledim.
Gövdesinden yaralı uçurmalar, çamlıcalar, kadırgalar
çürüyen bedenler arasında bekledim.
Biliyorum, gelmeyecektin çünkü sesim
İnceltilmiş yalanlar söylerken kısılıyordu.
Sözcükler dudaklarımdan değil
Gözlerimden ellerimden dökülüyordu.
Hiçbir günün ertesi yoktur ve onca zaman
Hep aynı günü yaşadım ben.
Senin gülüşün soldu, yüzün eksildi, bedenin soğudu.
Güzel isimler buldum çıkmazlarımıza.
Camlara selam veren bulutlar,
kuş evleri, yalın ağaçlar, yorgun kaldırımlar
tüm benzetmeler anlamını yitirdi.
Sahici acılar edindim o yüzden.
Hiç olmamış gibi de yapılmayacak türden.
insan sevişerek çoğalıyor elbette
neyi çoğalttığımı ve neyle seviştiğimi bilmeden
bırakıyordum kendimi kör kuyuların içine.
Bunu yaparken de sokak lambaları yanıyordu.
Öğrendim insan sıradanlaştırdığı şeylerden
utanmıyordu.
hiçbir günün ertesi yoktur ve onca zaman
duraklarda, iskelelerde, vapurlarda,
trenini yitirmiş istasyonlarda,
yağmurdan kaçanların
sığındığı saçak altlarında bekledim seni.
Biliyorum, gelmeyecektin çünkü
Kusacak bir öfken yoktu senin.
Eksildiğin, yenildiğin, geri istediğin
bir şey de yoktu bende.
Belki sadece tozlanmış bir isim zihninde.
Oysa aşk gibi geliyor insana yaraları …
telaşlı bir kuş uçuşunda kaçıp gidecekmiş gibi canı
tutmak istiyor onu içinde.
Şimdi upuzun yatıyor zihnimde
Kimbilir hangimizin
Bu düellodan arta kalan cesedi
Bazen bir ünlem bazen de soru işareti.