Kategori arşivi: Meczubya

Halik

dönüp duruyorsun girdabında

aynalanan gövden sığmıyor sığ sulara

mavilikleri giyip bir çırpıda

ufukta küçülmek

ta uzakta eriyen bir buluta

koyup başını

gerçek olan ne varsa yitirmek istiyorsun.

Yıldızlanan gök,

kırılan dalgalar ve akşamüstü

yorgun bir suskunluğa bürünen

kör bir denizde

pul pul dökmek esvabını

ve çırılçıplak, yeniden yaratılmış gibi

karşılamak sabahı

seni boğan ne varsa bırakmak istiyorsun.

Ey halik,

şafağın kırmızısı yetmez

al kan içinde doğmaya.

Ölüm hiç benzer mi

uyuyup uyanmaya,

Dalyanlar içinde kalıp

kıyılara vurmaya.

Ey halik,

Al git ömrünü, belki de sır

apaçık görünendir saklanmadan.

geç git ince boğazlardan

kapılar sımsıkı kapanmadan.

heba edilir yoksa bir ömür

kırılmadan, yaralanmadan

yanıp kül olmadan yaşanıyorsa

bir sonrakine adanıp aldanılıyorsa.

Şeyh Mağlup Divanı

Düşmüşler İçin

Bize sabah getiren gece bir yerde tökezleyip düşmüştür.

Herkes kuyudan çıkarken bize kısa bir ip düşmüştür.

Başaklar eğilmiş, mumlar erimiş, ermiş her şey kemale

Bizim derdimize çare bir acemi tabip düşmüştür.

Sandık devri devran döner, gelir bahar yine yeniden

Bize sonbahar ile kış ayrılmaz bir tertip düşmüştür.

Derler ki yazılan gelir başa, kaderdir itirazsız yaşa

Elaleme usta hattat, bize titrek bir katip düşmüştür.

Boş ver , aldırma bu hayat uyanacağın bir düştür

Açgözlüye göz yummak bize vacip düşmüştür.

Kalk, diren dedik; yenilir belki bu sefer felek

Düzen böyleymiş, doğan rahimde mağlup düşmüştür.

Kırk Dokuz Elli

“Özgür”e

Ne zaman düşürdün kim bilir soru işaretlerini

Şüphelerini, endişelerini.

O kara yüzden, belki de bu yüzden

eksik olmadı o gülüş.

Harami kapılarına dayandın

Dedin ki kırk dokuz elli işte geldi deli

Korktular mı bilmem senden

Ama kıskanmışlardır yaşam sevincini

İnadını , direncini.

Düştüğün yerden kalkmasını bildin,

Sırtında taşıdın hep evini,

geçtiğin yerleri “yol” belledin,

belki de bekledin kimbilir birilerini.

Yetimlerin kedi olduğu

Bir miskinler evi gibi için.

Duvarlarında geceleri içtiğin yıldızlar

Dudakları annesinin memelerinden hiç ayrılmamış

Kaç çocukla büyüyorsun kim bilir?

Sürgünden döndüğünde tanımasa da seni

Bütün çiçeklere saksı ediyorsun evini.

Bundandır koynundaki toprak kokusu

Yağmur çağıltısı, bahar çağrısı.

Bütün günler eşit değil

Kimi yaşanmamış bile sayılır.

Ama işte geldi

Kırk dokuz- elli

Yeniden doğ ama yine sen ol.

Afilli, neşeli, deli….

Başa Sarmak

Bir âma şapkasını düşürdü

istemedi görmeyi yine ama …

Parıltılı şafakların içinde kan saklıydı .

toprağın içinde kıpırdanıyordu tohumlar

suyun telaşlı ellerini bekliyorlardı.

su ay ışığında yıkanmıştı ışıldıyordu.

sen upuzun uzanmıştın yatağında

gövden bazen menderesler çiziyordu.

nasıl söylesem dünya her gün başa sarıyordu .

böyle kör bir vakitte anlatmak her şeyi

boşlukları sözcüklerin arasına serpiştirmek

suretini bilmediğimiz gölgelerle dövüşmek

yenilip tekrar ayağa kalkmak ve tekrar yenilmek.

Bir âma şapkasını düşürdü.

Utanıp kimse almadı yerden.

oysa kör olmak lazım dindirmek için

içinde dudaklarını kanatan küfürleri.

bir yağmur bir çamuru da giyinir bazen

bir ölü büsbütün kanar, çünkü cinayet

bitmemiştir henüz ve cellat sözcüklerin arasındaki

kof boşlukları doldurur.

Çünkü sevgilim söylemek yetmez

pıhtılaşana kadar beklemek gerekir.

Oysa sabır işi değildir yeni bir gök kurmak

bir vapur iskelesindeki telaşa karışmak

ve akmak kalabalıklar arasında.

ben düşürdüm hayallerimi hangi yolda kim bilir

oysa cebimden hiç çıkarmıyordum.

kuşlar da böyle ölüyorlar diyorum içimden

kafesin içinde birdenbire.

Bir âma şapkasını düşürdü

gördüm ama vermedim geri

Kör kütük sarhoş olup sıralamak bahaneleri,

görmezden gelmek istedim olup bitmeyenleri

vermedim işte geri.

O da almazdı zaten, hele aynalardan bu kadar ırakken…

şimdi karanlığı ören bir kafesteyim

ayırdında değilim renklerin ve gölgelerin.

köşe başlarında kendimi dileniyorum

kuşlar uçmayı unuttu diyorum,

düşüp duruyorlar avuçlarıma …

Bir âma şapkasını düşürdü

gözlerine inanamadı ama.

bütün yolları ezbere biliyordu

ne tomurcuklanan çiçeklere baktı

ne kanayan yaralara

yürüdü kafesine..

Simurg Gülüşü

Ey ateş,
saklanamazsın kıskıvrak bir gölgede
dedi içinden ve kanatlandı.
rüzgar kesmiş bir buluta hevesle
çocukların çığlıkları arasında
kalan bir uçurtma gibi havalandı.
Ey ateş,
soğutmaz denizler yanık tenleri,
inkar edilmiş kelimeleri…
evet duaları bir şiire dönüştürmek mümkün
belki çocuk dilinde,
tekrar tekrar mırıldanmak
yahut tutmak cebinde, ezberinde .
Fakat hayırlıdır yine de Simurg gülüşü
seni mahşerde diriltecek olan
ve hiç duyulmayan bir duadan.
Ey ateş ,
efkarı dünde kalanın mümkün mü
kafes ile imtihanı,
Bu yüzden kuşların kafesindeki neşesi.
göğümü daraltan bu sabrı
söküp attım içimden.
ben felaketlerden öğrendim kıyameti
bedenimi nasıl kavuruyor bilsen
alınmamış öçlerin zehri.
Ey ateş,
sığınaklarına alışmamalı insan,
kaçmak öldürmektir özgürlüğünü.
öğrenmedik mi barikatlar kurmayı
satırları çizili kitaplardan
öğrenmedik mi yeniden dirilen o simurg gülüşü
bir bayrak gibi yüzümüzde taşımayı .
Ey ateş,
ey kıvılcımdan doğma cehennem
unuttuklarımı bağışladım
ama unuttum da bağışlamayı.

Tenha Öpüşü

irkildi değince dudakları,
soğuk bir mevsime sarılıp uyuyordu.
güneş aynı pencereden doğuyor,
yağmur hep aynı saatte yağıyordu.
Değişmez bir hayaldi geçmiş
Hep bir tenhada öpüyordu.
merhamet hangi yarayı iyileştirir?
kapına gün batımı dayanmışsa
körkütük, sırılsıklam
rahminden ateş çalıp şiir eylediğin .

irkildi değince dudakları
zembereği zemheride bir mevsim
kurulmuş bir hayaldi belki de
ama hep tenhada öpüyordu
soğuk bir demir gibi kesiyordu
ellerinin ayasını ve buna
değişmez kader diyordu.
oysa kan sıcakken akar
belki bu yüzden kanar
bazı geceler yaraların

irkildi değince dudakları
öyle ya bir buğulu öpüş
diriltebilir
çatallı bir nehir ağzı gibi
ayrı düşmüş
ve bir daha aynı denize dökülmemiş
iki nehri.

iyi ki hep tenhada öpüyordu…

Bırakılmış Tutunmalar

Deniz mevsimidir ve insan duramaz karasında
bilir ki gitse de aynı kalır ay kokusu
bulut tortusu ve gölgeleri insanların…
Unutması öyle kolaydır işte
kendini yok sayıp başkalarını hatırlayanların .

Bir martı say kendini
dalgaların beyaz köpüğünden doğmuşsun
ayaklarında sarı perdeler,
kayıp duruyorsun çatıların kiremitlerinde
ya mavi sulardan sürgün
ya da tutunmayı bırakmışsın
Yaşayıp gidiyorsun
Kolaylığında bu büyük çöplüğün.

Deniz mevsimidir;
Gece bir fener alayı ile karşılar seni
Ayla birlikte söner
Dünde seni alıkoyan,
Deniz mevsimidir
çürütmez kendini, yarasına tuz basan .

Düşmüşsen kovanına bal taşıyan
arıların köleliğine
bırakıp bin çiçekli cenneti
dönersin bal mumundan cehennemine.

Deniz mevsimidir;
ve seni çırılçıplak beklemektedir
şarabın seraba dönen tadı
gözlerin şafak kırmızısı
unutmak
biraz da bu yangından arta kalmaktır.

Küskünler Çağı

De ki: O içinde devler taşıyordu.
Usturuplu bir ustura nasıl körelir
Gün ışığı nasıl kana bulanır biliyordu.
De ki: Meşakkatsiz sabır beklemektir
İflah olmaz feleğe aldanan.
Onu kırık bir dal gibi taşıyordu
iki kesik el,
Öpüp annesinin başına koyduğu,
Ah, de ki ölüşlerin acısı
seyrede seyrede seyrelmiyordu.

De ki: bugün geldim dün yoktum
Susarak akıyordu insanlar sokaklarda,
Kaç nota düşürdüm bilmiyorum
Yahut da çaldılar cebimden.
Ama duymadım ben korkunun bağırdığını
Sakin bir efendidir o ve kırbacı
Havada şaklayarak hizaya sokar kölesini.
Ama dün geldim ben bilmiyordum,
küsüp dolanıyordum
ablukasında tereddütlerimin.
De ki: Yunus için kimsesizler mezarlığıdır
Bir balığın karnında kaldığı derya;
onu kırık bir dal gibi taşıyorlardı
Nil girdabına düşmüş dönüp duran bir
dal gibi taşıyorlardı.

güveler yiyordu geçmişi
belki bu yüzden gözleri kördü,
yorgun bir ışıkta tüm ayrıntılar siliniyordu.
toprak karanfil kokuyordu,
rüzgar toprağı soluyordu.
ışıktan bir hançer boğazlıyordu
sokak başlarını.
De ki : göğsüm bir kuş göğsü
ve boşluğa kanatlanıyor yaralarım
kelimeler bu kadar hafif olmasa
onu bir barikat arkasından sana atarım.
De ki :Kaç putu un etti bilsen
benim gitar tellerine
yuva kuran ince parmaklarım…

unutma, dün yoktum bugün geldim
dirildim öyle geldim
yine geldim ben.

Süt Buğusu

Herkes başkasına verebilse keşke
kullanmadığı sözcükleri.
Kadim çamurdan tüten süt buğusu dışında,
Bulsa ve yitirmese kardeşliği.

herkes başkasına verebilse keşke
kullanmadığı sözcükleri.
öyle ödünç falan da değil.
geri istememek üzere bir daha .
Fısıldanmış gibi rüzgara..
Herkes bir kuş kadar bilse
konduğun dal senin değil,
kışa dayanmıyor yaptığın yuva.

Bütün gecelerden uyandırır bizi
bilse herkes keşke
aynı süt buğusu tüten burnumuzda,
O kadim çamur aynı maya.