Güneş büyüyerek doğar,
ve çocukken henüz
kanatır karanlığını gecenin.
karanfiller, gelincikler ve güller
halay çeker gibi dizilirler
al kanı içerek memesinden
her sabah yeniden dirilirler.
Güneş büyüyerek doğar…
Güneş büyüyerek doğar,
ve çocukken henüz
kanatır karanlığını gecenin.
karanfiller, gelincikler ve güller
halay çeker gibi dizilirler
al kanı içerek memesinden
her sabah yeniden dirilirler.
Güneş büyüyerek doğar…
De ki “Ben sur üflendiğinde dirilenlerden değilim. “
bir yılanın dudaklarına bırakırım zehiri, bir akrebin kuyruğuna
kanla yıkanmadım, sonradan yaratılmadım …
De ki ” Ben günahları örtülecek olanlardan değilim.”
Çocukluktan başka mezarı, unutulmaktan başka taşı
olmayanların kavmindenim.
Ateşin isi sayılırım, tufanın çamuru, toprağın kıracı …
ne arta kalansa o benim.
Neyden arta kaldıysam o benim.
Ah, sular kıvrıldı, güneş bulut yaptı gökyüzüne
Bir barikatın ardında tanıdım onu
Omzu omzuma değdiğinde.
Ben dedi iflah olacaklardan değilim,
İçimdeki ateşi salacağım sokaklara
benim cennetim cehennemden doğacak
bu yangın yerinde bizim kalbimiz soğumayacak.
Sonra kuşlara su verdi, karıncaları taşıdı yuvasına
Yürüdü, karışıp gitti akşam kızıllığına.
Yağmur yağdı, ıhlamur kokusu giyindi.
Belki körler de gördü bu çıplak gerçeği
Sonra susup dinlediler seslerin silinmesini.
Bütün mesele masallara döndürmemek misalleri
Yırtık kozasını unutmamak anlatırken kelebeği
Toprağı kanatarak çıkan filizin
yerin altındaki bekleyişini.
De ki “Ben inkar edenlerden değilim.”
Biliyorum başkasının diliyle ateş yalayan
kuklaların dirilmeyeceğini.
Yaraları kanıyordu.
Öyle büyüdü ki gözleri
Sanki bütün dünyaya son kez bakıyordu.
Ah, ben sur üflendiğinde dirilenlerden değilim
Ben başkasında dirilirim.
Kanı ellerimde kuruyordu, soluyordu…
Bütün ıhlamur kokularını içine çeker gibi soluyordu.
Rüzgar esti, ince bir kağıt gibi alıp götürdü onu,
yalnız ve isli bir göğe kanat çırpıyordu .
Üşümüş ellerini tuttum
Üşümüş ellerini tuttum ama kanı bana akmıyordu.
Haydi binin,
ne de olsa bir uçuruma süreceğim
ben bu bisikleti.
işlerken bileylenmiş bir bıçaktır
ve tütsü kokar zaman.
Ateşe atılmış bir geçmişin
tükenip duran ışığında.
Haydi binin,
ne de olsa uçuruma süreceğim
ben bu bisikleti.
Kuşanmak zorunda değiliz artık
bir zırh gibi, bu kokuşmuş eti.
Mayıs geliyor ve düşen
kendini filizler topraktan.
Haydi binin,
bu müzikli atlıkarıncadan
alacakaranlığa çıkacağız.
karanlık nasıl erir biliyorum gölgemden
ve gerekirse tüm incinmişleri
onun karanlığına gömeceğim,
ağlakları, kırılganları, küskünleri .
Haydi binin,
Çünkü bu rüzgar
Sırt çantasıdır geleceğin.
Nihayet bitti.
Bütün ağustoslar gereğinden kısadır
ama nihayet bitti.
Uzakta kaldı, geçmedi.
Ne de olsa geçmiş
Döner durur, bulur seni.
Nehirler düze inince
kıvrılır ya sancısından
İnsan da öyledir
Başkasına akamayınca.
Nihayet bitti .
Denizin suyuna ilişti .
Ama geçmedi,
Uzakta kaldı.
Bir göğe bir yıldız
ne kadar uzaksa.
Bütün ağustoslar gereğinden kısadır.
Ve kimi mektuplar
Başka bir mevsime açılır
Allı pullu zarfından.
rüzgar , bulut ve yağmur
kapında istemediğin ne varsa
başında.
Hani kopup gitsin,
savursun istersin seni
dönüp duran ne varsa
oysa bırakmaz
aynı yere dönersin
Nihayet bitti
ama geçmedi
Uzakta kaldı .
Biz başka mevsimin tohumlarıyız
bulutun
öperek uyandırdığı sabaha
aldanma,
uyu
kuytu düşlerin içinde
göğsündeki nefesle,
uyanma.
Ay denizden ışık içiyordu deniz aydan
yarı uykuluydu kendini geçmişle zehirlemiş an
elif lam mim, tetik parmağı kalbidir şairin;
sözcükler arasından sızar sıcak bir kan
Ay denizden ışık içiyordu
gıcırtılı bir ninni söylüyordu sandallar geceye
“annesinin rahminden başka kaç kapıdan geçmişti”
bilmiyordu
parmağıyla bir rüzgar, suya parıltılar çiziyordu
pıhtılaşmış gözyaşları arasından
yeniden doğuyordu.
bir fener yanıp yanıp sönüyordu,
yıldızları bir silip bir çiziyordu.
celladının yüzünü görüyordu ışıktan aynalarda
(ne kadar da kendine benziyordu)
kanlı ellerini denizde yıkıyordu
gün doğumundan önce göğe bir kızıllık bırakıyordu .
yarılmış göğsünden bir güneş çıkarıyordu.
Beyaz bir bulut martılara heves etmişti
değdikçe yere, kirlenen kanatlarına inat
dudaklarındaki nefesle birikmişti.
bir hurdacıya verdi geçmişini ama unutamadı
hummaya tutulmuş gibi titreyerek ağladı
“utanmak değiştirebilse keşke dünü”
dağıldı biriktirdiği bulutlar ya da
ondan uzak bir yerde yağmur oldular .
Ay denizden ışık içiyordu
ve elbet karanlık yüzünde gölgelenmiş bir hüzün
apaydınlık gülümsüyordu.
kayalara sıkışmış dalgalar beyaz köpükleriyle
bir gökkuşağı çiziyorlardı gizlenmiş haliçlere
renkler kayıp nesneler gibi kokuyorlardı
adlarını yitirmişlerdi,hatırlanmaktan korkuyorlardı
“bir taş suyun dibinde kararır yutarak tüm renkleri”
son kez çekti ne varsa ona ait içine
bıraktı kendini derinlere…….
Bak bu bir ayettir; gelir yalnızlık tanrısından
uzun suskunlukların sonuna konmuş bir nokta
bölünmüş uykuların alacakaranlık şafağında
tecrit edilmiş yerlerinden düşer aklıma.
Ihlamur kokusundan, deniz tuzundan
ve bin renkli çiçekten arıtılıp bal edilmiştir,
kaç kış gömülü kalmış toprağın altında
kaç kıyam görmüş ve yeniden diriltilmiştir.
Bak bu bir ayettir; gelir yalnızlık tanrısından
yolculuklarda biriktirilmiş sinsi bir geçmiş
azar azar bitirilmiş bir ömürle törpülenmiştir.
Mahreminin masumluğunda kirlenmiştir.
Bak bu bir ayettir; gelir yalnızlık tanrısından
İnsan benin benle kavgasından,
kokuşmuş bir bataklıktan yaratmıştır kendini.
ilk ahit yeniden çocuk olabilmektir,
Son ahit çocuk kalabilmektir.
insan yeniden doğacaksa
şöleni ay yürüyen bir gecede yapılır
çıplak ve bundan utanmayarak;
uğultusuna kapılır
ateşi harlayan rüzgarın .
insan yeniden doğacaksa
yeryüzüne geri verecek çeliğini
göğe bulutunu, taş yataklara suyunu…
çiçeklerden taç yapacak kendine
ama unutacak kral olduğunu.
insan yeniden doğacaksa
ellerim diyecek
nasıl da beziyor dört bir yanı
usanmadan vazgeçmeden
ve katarak yanına başkalarını
olacak kendisinin tanrısı .
insan yeniden doğacaksa
kederli geçmişinden doğacak
ve o gürbüz insanı
bu sıska doğuracak.
sabah, göğüs kafesinde beyaz bir güvercin
kanat çırpıyor, yerleşiyor göğe güneş diye .
bir bir açılıyor perdeleri evlerin
sokağa ilk adımlarını atıyor, şehir kedileri
biri bir sigara yakıyor, çekiyor yıldız parlatır gibi .
sabah, mor bir akşamdan uyanıyor.
ıslak topraktan yükseliyor bulut göğe
gün nisana dönüyor, bir sisin ardından geliyor,
çocuklar gölgesini düşürdüğü yere.
sabah, göğüs kafesinde beyaz bir güvercin
içimizde akşamdan yanan kandiller sönüyor.
tütüyor düşlediklerimiz gözümüzün ucunda
geçmiş bir sunakta uzanmış yatıyor.
İbrahim şüpheleriyle biliyor bıçağını
bütün sabahları kızıllığa boyuyor
upuzun uzanmış sunağa
dün, anımsandığı andan kanıyor ;
usulca öpüyor beyaza kestiği yerden
doğurduğunu öldürüyor, öldürdüğünü emziriyor
ağulu bir süt akıyor memelerinden .
sabah, göğüs kafesinde beyaz bir güvercin
günahlar ne çabuk, ne tez işleniyor
eskiyor belki de bunun için
ve belki de bunun için kendini hatırlatıyor .
göçebe ağaçlar çiçekleniyor; yürüyorlar bahara doğru
beyaz teninde ayva tüyleri sararıyor.
bir sunakta buluyoruz kendimizi
ne zaman dokunsak birbirimize;
birimiz İbrahim oluyor
ve bizi durduramıyor hiçbir vesvese .
I. YÜZ/ ANAHTAR
Benim saklambacım kendimle
kaç kapı kitledim bilsen üst üste
bir aynada sobeledim onu
belki, kim bilir ben onu değil de
o beni buldu.
II.YÜZ/ ŞARAP
Şaraba kanı karışmış dudaklarının
öyle azapsız bir ölüm elindeki;
bir rüyadan uyanmadan
bir diğerine dalar gibi.
III. YÜZ/ CELLAT
Gül nasıl yere düşürürse yaprağını
öyle uzatıyorum sana başımı.
Biliyorum çünkü ben annemin rahmine döneceğim
efsunlu bir uykuya yatmak için