Katışmışlar

İki nehir tuzlu bir ağızda birleşir,

İki gölge zifiri karanlıkta,

İki yol döner kavşakta,

İki demir kaynakla birleşir,

İki ağaç rüzgarla,

iki söz bir ekle.

İki gün bir gece ile birleşir

iki yaz bir kışla

İki tam bir noksanla

İki insan birleşmez

ya kesişir ya katışır.

Şeyh Mağlup Divanı

Düşmüşler İçin

Bize sabah getiren gece bir yerde tökezleyip düşmüştür.

Herkes kuyudan çıkarken bize kısa bir ip düşmüştür.

Başaklar eğilmiş, mumlar erimiş, ermiş her şey kemale

Bizim derdimize çare bir acemi tabip düşmüştür.

Sandık devri devran döner, gelir bahar yine yeniden

Bize sonbahar ile kış ayrılmaz bir tertip düşmüştür.

Derler ki yazılan gelir başa, kaderdir itirazsız yaşa

Elaleme usta hattat, bize titrek bir katip düşmüştür.

Boş ver , aldırma bu hayat uyanacağın bir düştür

Açgözlüye göz yummak bize vacip düşmüştür.

Kalk, diren dedik; yenilir belki bu sefer felek

Düzen böyleymiş, doğan rahimde mağlup düşmüştür.

Zifir

Sen güne nereden başlıyorsun, ben aynasız bir sabahtan mesela

tütsülenmiş bir gökten, çıkmaz bir sokaktan, tanrısız bir duadan

ayıpsız bir küfürden, ümitsiz bir düşten…

Sen güne nereden başlıyorsun, ben sahipsiz bir köpekten mesela

eşiksiz bir evden, gürültülü bir sessizlikten, tok bir yoksulluktan…

Sen güne nereden başlıyorsun?

insan iki kere doğar, biri annesinin rahminden,

biri de her sabah kendi kendinden; utananlar için ne büyük mükafattır bu,

bir sigarayı başka bir sigaradan yakar gibi zifirden

tekrar tekrar doğurmak mağlubu.

Bir gece gibi aklanır içinde kararan ve eğer unutmayı öğrenirsen

yorulan, kırılan, dağılan ne varsa kusarsın sabaha.

Sen güne nereden başlıyorsun?

Biri saadetini yitirmişse, göğünü düşürmüşse, kaybolup gitmişse

alır mısın onu içeri, yoksa kendi saadetini, göğünü, yolunu

çoğaltıyor musun başkalarının göze görünmezliğinde.

Aslında durup beklesen göreceksin, çürüyen bir meyveden

nasıl filizlenir bin dallı bir ağaç, bir taşın gözünden nasıl fışkırır

kayaları çakıl eden bir nehir,

bir kuş yuvasında nasıl çoğalır kanat kanat

yoktan gelmez elbet ama kendinden dönüşür durur hayat.

Sen güne nereden başlıyorsun?

Yorgunluktan diğerine yaslanmış evlerin, boyası dökülmüş

içi paslanmış demirlerin, yıpranmış, pörsümüş kumaşların

hatıralarını anımsamadan, unutup geçiyor musun sokakları?

Değerli diyor musun bir çocuk telaşıyla sadece senin olana.

Oysa insan kaybetmekten korkar bilir misin; ayıbını, eksiğini

suçunu, hatasını sahiplenir, bir sır gibi tutar aklında.

Yine de sinesinde olanı insan kendi bilir ve hepimizin

onulmayacak yarası, dinmeyecek acısı budur.

Sen güne nereden başlıyorsun?

Ben güne büyük bir azimle, tedirginlikle, bile bile

kendimi öldürmekten başlıyorum.

umduğu, umman gördüğü, düşlediği, deniz bildiği

eğilip hayat içtiği ne kadar su varsa onu onda boğuyorum.

Sormakta haklısın, yeniden doğmayacağını bilsen öldürür müsün?

yitirip bulamayacağını, gidip dönemeyeceğini,

körelip kesemeyeceğini, kuruyup yeşeremeyeceğini.

soğuyup taş kesileceğini bilsen öldürür müsün?

Sence biliyor mudur bir tırtıl döneceğini bir kelebeğe,

nasıl şaşırıyordur kim bilir gündüz doğuran bir gece.

Şüphesiz kesinlikler, mutlak sonlar, değişmezlikler

Cebren sıkıştığımız ne varsa değersizleştirir bu endişe.

Sen güne nereden başlıyorsun?

Esir-i İştiyâk

Hiçbir günün ertesi yoktur ve onca zaman

takvimlerden sadece dünü kopardım ben

geçmişi eksiltmek için.

Büyük rüzgarları, fırtınaları bekledim.

Gövdesinden yaralı uçurmalar, çamlıcalar, kadırgalar

çürüyen bedenler arasında bekledim.

Biliyorum, gelmeyecektin çünkü sesim

İnceltilmiş yalanlar söylerken kısılıyordu.

Sözcükler dudaklarımdan değil

Gözlerimden ellerimden dökülüyordu.

Hiçbir günün ertesi yoktur ve onca zaman

Hep aynı günü yaşadım ben.

Senin gülüşün soldu, yüzün eksildi, bedenin soğudu.

Güzel isimler buldum çıkmazlarımıza.

Camlara selam veren bulutlar,

kuş evleri, yalın ağaçlar, yorgun kaldırımlar

tüm benzetmeler anlamını yitirdi.

Sahici acılar edindim o yüzden.

Hiç olmamış gibi de yapılmayacak türden.

insan sevişerek çoğalıyor elbette

neyi çoğalttığımı ve neyle seviştiğimi bilmeden

bırakıyordum kendimi kör kuyuların içine.

Bunu yaparken de sokak lambaları yanıyordu.

Öğrendim insan sıradanlaştırdığı şeylerden

utanmıyordu.

hiçbir günün ertesi yoktur ve onca zaman

duraklarda, iskelelerde, vapurlarda,

trenini yitirmiş istasyonlarda,

yağmurdan kaçanların

sığındığı saçak altlarında bekledim seni.

Biliyorum, gelmeyecektin çünkü

Kusacak bir öfken yoktu senin.

Eksildiğin, yenildiğin, geri istediğin

bir şey de yoktu bende.

Belki sadece tozlanmış bir isim zihninde.

Oysa aşk gibi geliyor insana yaraları …

telaşlı bir kuş uçuşunda kaçıp gidecekmiş gibi canı

tutmak istiyor onu içinde.

Şimdi upuzun yatıyor zihnimde

Kimbilir hangimizin

Bu düellodan arta kalan cesedi

Bazen bir ünlem bazen de soru işareti.

Japon Balığının Ölümü

Güneş kar topluyor.

Sokaklarda kör edici bir ışıltı.

henüz daha çocuklar çıkmamış

Gülüşmeler, haykırmalar savrulmamış.

Koşar adımlarla büyümemiş hiç kimse.

Yollarda dudaklarındaki sıcak nefesi

Eve taşımaya çalışan insanlar.

Kimi bir tütün yangınına sığınmış

Saklıyor kalbindeki ateşi

Kimi silmeye çalışıyor sanki ayak izlerini

öyle naif ve yokmuş gibi basıyor.

Derdin ya hani,

Herkesin kalbinde bir japon balığı yaşar

Bir gün ters döner ve ölür.

Çünkü senin akvaryum dediğin bir yalnızlık gölüdür.

Günler de böyle yitirilir.

Güneş kar topluyor.

Üşüyen ellerini kendi koynunda ısıttı.

Biraz sarhoştu belki de

Dün gece ay ışığı içmişti.

Kimi parıltılar içinde yalnızdı

Kimi karanlıklar içinde.

Kardan adam gibi kıyameti ayakta beklemek

belki de kaderinde bu vardır insanın.

Yavaş yavaş erimek

ve karışmak sulara,

Kara ve kör iki göz bırakarak ardında.

Hani, derdin ya

herkesin kalbinde bir japon balığı yaşar.

Bir gün ters döner ve ölür,

Bir yol bulup akamazsa

İrinden bir göle benzer ömür.

Güneş kar topluyor.

Hiçbir ikilem aklamaz bizi

hiçbir tezat güzelleştiremez.

Korku usta bir işçidir.

İnce ince işler seni demire bile

Yüzünde bir tebessümle

Hani derdin ya

herkesin kalbinde bir japon balığı yaşar

ve intihar düşü kurarken ölür.

Kaplumbağanın Kış Uykusu

Büyük rüzgarların sağır edici bir yanı vardır,

Denizlerin mavi bir karanlığı,

Yağmurlar çürütür bazen filizlendireceklerini.

İnsan düşünür durur yıllarca

Neden kendi kendini zincirleyeceğini.

Dokunup durmak isterken birilerine

zırhtan bir kabuk edineceğini.

Herkes acemi doğmaz hayata

Kimi denizi kabuğundan çıktığında bulur,

kimi sahiptir konacak bir dala, uçacak bir göğe

Hiçbir yere gitmek istemeyenin bir yuvası

Gezip duranların da bir sılası olur.

Bilmiyorum nerden düştük

Ortak soruları olanların

ortak yanıtları olacağı yanılgısına.

Belki bu yüzden

yanıtlamadık hiçbir şeyi

Yıllarca durup da yan yana.

Fazla olanın hep bir eksiği vardır,

Az olanın bitmez bir utancı

Tamamlamadan dururlar birbirlerini

oysa var mıdır geceye karışmamış bir gün

belki bu yüzden uzak, boynu bükük ve küskün

durarak düşürüyorduk gölgelerimizi

diğerinin aydınlığının üstüne.

Titrek kalbimizin yalanlar söylemesine

izin verdik kendi kendine

Öğrendik ve artık biliyoruz

başkasından ayrı düşen

yabancılaşır önce kendine.

Küçük şeyler bozuk paralarla alınmaz

en azından her zaman,

Bütünlemese de olur kendini.

Bazen bir fırtınada

bir gökkuşağıdır fazla olan.

Bazen kendini kendiyle tamamlar

eksik olan.

Yalnızlık öyle adaletlidir.

gitme vakti geldiğinde

bırakır akıntıya kendini

kış uykusuna yatmış kaplumbağalar.

Oysa telaşlıdır sevişmek

Sanki ertesi yokmuş gibi.

Biliyorum, kimi dünleri unutmak

kimi aklında tutmak ister.

Bütün fırtınaların sağır edici bir yanı vardır.

Kırk Dokuz Elli

“Özgür”e

Ne zaman düşürdün kim bilir soru işaretlerini

Şüphelerini, endişelerini.

O kara yüzden, belki de bu yüzden

eksik olmadı o gülüş.

Harami kapılarına dayandın

Dedin ki kırk dokuz elli işte geldi deli

Korktular mı bilmem senden

Ama kıskanmışlardır yaşam sevincini

İnadını , direncini.

Düştüğün yerden kalkmasını bildin,

Sırtında taşıdın hep evini,

geçtiğin yerleri “yol” belledin,

belki de bekledin kimbilir birilerini.

Yetimlerin kedi olduğu

Bir miskinler evi gibi için.

Duvarlarında geceleri içtiğin yıldızlar

Dudakları annesinin memelerinden hiç ayrılmamış

Kaç çocukla büyüyorsun kim bilir?

Sürgünden döndüğünde tanımasa da seni

Bütün çiçeklere saksı ediyorsun evini.

Bundandır koynundaki toprak kokusu

Yağmur çağıltısı, bahar çağrısı.

Bütün günler eşit değil

Kimi yaşanmamış bile sayılır.

Ama işte geldi

Kırk dokuz- elli

Yeniden doğ ama yine sen ol.

Afilli, neşeli, deli….

Sis Çanları

Yağmur erken yağdı

ve söküldü duvarlardan astığımız afişler.

Sessiz sokaklardan döndük geri

tren raylarından

ve kaçarak ışıklardan.

Polis sirenleri, sis çanları

Bilmem, belki de bizi arıyorlardı.

Birbirimizi bir sokak ayrımında bıraktık,

her biri ayrı bir hayata çıkıyordu.

Yağmur erken yağdı,

Belki göremedin

Buğulanan gözlüklerinden ağladığımı

Sis çanları arasından seni çağırdığımı.

Korkak bir çocuk girmişti aramıza

Yüzüne kaç kez tükürdüm aynalarda.

Uyur gibi öldürdü beni.

Yağmur erken yağdı,

Kana bulanmış gibi akıyordu

duvardaki yazılar.

Harfler birbirine karışıyordu,

yaşasın istiyorduk çoğu kez

neyi istediysek kahroluyordu.

Herkes en yakınındakine sığınıyordu.

kalbim bütün evren için atarken

ruhum kan kaybediyordu.

Bir tren bizi umursamadan geçiyordu

Sis çanlarının içinden

Bizi kimse duymuyordu.

Duymuyordun…

KAÇAK AYNA

Dedim ki Yusuf’a

çöller aydınlık ve soğuk yerler

Gece yıldız düşerken kuyuna

Bunu unutma…

İnsan her parıltıya aldanmamalı,

Her ışığı karanlıktan kutsal saymamalı.

Belki de bu yüzden

Kaçmakla kurutulmadı, kurtuldu kaçmaktan.

Düzgün bir çizgide yürümez zaman

Aşk da öyle hayat da

Paslanır, kıvrımlanır, düşer gerisin geriye

uyanmaz bazen de o karanlık dehlizde

Unutulayım ister hatırlanayım diye.

Ey insan, unut sevdiklerinin yüzünü

Unut içinde biriken hüznünü

yeniden yeniden affedebileyim diye.

Yaşamı bir rüyada arıtayım diye.

Sonra durdu…

Aynalardan geçer mi bu uyku

Hatırlar mı ağulu dudaklardaki zehri?

Biliyorum hafızası yoktur aynaların,

Bir hoş geldin ile karşılar terk edişleri.

Eğildi başı,

Yeni öldürülmüş kır çiçekleri gibi,

Kızardı yüzü

Kanlı gömleklere sarılmış gibi ,

Saklanamaz dedi içinden

Bu gün ortasında kırmızıya dönen.

Vazgeçerek de savaşılır

amma illa ki önce kendinden…

Korktu

Kuyusundan hiç çıkmadı belki de bu yüzden .

Hiç gölge yoksa hiç ışık yoktur…