Etiket arşivi: 2019

Zarifname

Alnı hala sıcak?
gün vurmuştur yüzüne
bir aşk öylece
birdenbire ölmez ki…

Yahut bütün dertlerinden uzakta
çıplak ayakları toprakta,
bir ağaç gibi
durmaz olduğu yerde.
Sallanıp rüzgarın çağrısıyla.

Zarif bir sözcüktür ayrılık
kopmadan önce
eğilir iyice.

Alnı hala sıcak!
dudaklarım konmuştur yüzüne,
bir ateş öyle
birdenbire sönmez ki…

Yahut alıp başını gitmiştir
parmaklarında bir fa minör ezgisi,
şenlik çalgıcılarının arasında
yılgın bir bedeni
diriltmektedir nefesi.

Zarif bir sözcüktür ayrılık
söylenmez fısıldanır.

Kırlangıç Öpüşü

Anladım göğüs kafesimde
her kuş hapis şimdi.
Ey kırlangıç,
bak, imbatlar bekliyor seni
kavuş artık karana.
Ey kırlangıç utanma
çünkü özgürlük
sahip olmak değil bir adaya.

Anladım göğüs kafesimde
yankılanan bu karanlık
ışıtmıyor kendi sancısından gayrisini
Ey kırlangıç,
kanadına gök ekledim
kur yıldızlara yuvanı.
Ey kırlangıç unutma
Sessiz sakin beklemek
kabullenmek değil gerçeği.

Anladım göğüs kafesimde
Bir zakkum agusu
Şifasını yitirmiş çürümekte.
Ey kırlangıç,
Bak dudaklarımın kavislerinde
öper gibi fısıldanıyor zaman
ve eksiltiyor her öpüş
geçmişte kalıyor şimdi, şu an.
Ey kırlangıç
Pişmanlık duyma
suç değil kafesinden kaçmak .

Seyr-i Alem

Cennetin ışığı
cehennemin ateşinden sevgilim
gözü kamaşır insanın.
ve ayaklarına uzanan gölgeden
seçersin kaderin yolunu
daha çok insana benzemek için
daha çok yara ile
bezemek ruhunu.
karanlıklar içinde bir seyr-i alem
mülhem, müphem, mahrem…

öpüşürken bir kan pıhtısıdır kalbim
kirli bir şarap kırmızısı.
Dövüşürken ateşle dövülmüş bir çelik…
-ki bazen dövüşür gibi sevişir insanoğlu-
öyle bir savaştan arta kaldı
göğüne yıldızlar sığdırdığım gecedeki bu çentik.

insanların alınları kırılgandır,
dudakları titrek,
insanların gözleri korkaktır,
ne zor iki kirpik kavuşmadan bakmak
alnı kırışmadan karşılamak hayatı.
ne zor susmak içine akarak.
şimdi sırt sırta oturmuşuz
suç ortağına şahitlik etmeden
seyr-i alem ediyoruz seyr-i sefer edenleri
mesut bir ödleklik bizimkisi.

cennetin ışığı
cehennemin ateşinden sevgilim.
bir dağ çırılçıplak yıkanır her sabah
bir çiçek bir tufana uyanır.
hangisi daha çok korkar
hangisi daha cesur kim bilir?
diyorum ya bazen, kuşların gagaları
benim ellerimden maharetlidir.
onlar bahar getirir bahar götürür.

gülerken bir kan pıhtısıdır kalbim
güne can veren bir şafak kırmızısı…
hüzünlenirken solup giden bir umut.
-ki bazen hüznüne de güler insanoğlu-
döşümde giderek büyüyen bu delilik
anlatır boşlukta kaybolduğumu.

Cehennem Adağı

ay ıslak bedenini kaldırdı.
size uykular bıraktım
eksik kalmasın düşleriniz.

tütsülenmiş sulardan geçtim.
bedenim alaca karanlıktı,
tükürüğüm kezzaba dönmemişti henüz
dudaklarım öpüşlerden arta kalmış gibi ılıktı
size güzel pencereler bıraktım
ufuk çizgisinde genişleyen
açık kalsın perdeleriniz.

ay ıslak bedenini kaldırdı.
istiridye kabuklarını kırıyordu dalgalar
ve bunu keyifle, şarkı söyleyerek yapıyordu
kırıldığı yerden
bembeyaz kanıyordu.
gidiyordum işte ve incitmiyordum suyu.
size aynalar bıraktım
bir de nergisler.
bir de kibrit kutusuna sığmayan kibrinizi.

yeryüzü eğiyor ufku da…
çelik parlaklığında sulardan geçtim.
henüz kaskatı kesilmemişti ellerim,
yırtık gökten bir yıldız alıp erittim,
ellerimin ayasında
bir çocuk gibi gülüyordu.
kıpır kıpır gülüyordu,
gidiyorum işte
deniz fenerleri kayboldu.
size şüpheler bıraktım
bir bir gideriniz.

ay ıslak bedenini kaldırdı,
sisler dağıldı.
kuşlar bulutlardan su içiyordu.
deniz siyahtan laciverde dönüyordu,
hile ve aldanış
nasıl da bizi mutlu ediyordu?
gidiyorum işte, labirentlerde siz kaybolunuz.
gidiyorum dümdüz bir yolda.
size bir fotoğraf bıraktım,
onu asınız efendim cehennem adağına.

Firar

bıkkın bir trenin rayından çıkışı
belki de bir kazadır size göre
bir nehrin yatağından kalkışı
o da doğal afet.
bulutların geometriyi reddedişi
kabahat başıbozuk rüzgarda.
ne çok olağan’ınız var
365 günün 4 saatini
yuvarlayıp duran takvimler gibi…

günün yirmi dört saati
ne isterse ayağına gelen kedi
bir sabah bıraktı bizi.
kuyruğunu sallaya sallaya
çıkıp gitti firari.
bir trenin rayından çıkışı
bir nehrin yatağından kalkışı
bir bulutun yamuğa aşkı gibi.
tırmık izlerini bıraktı geride
fotoğraflarını, mama kabını bir de.
nankörlük etmeden hayatına
gelmiyor özgürlük.

Düşüş

“… uyku bir düşüş, uyanıklık bir çömelmeydi.
Düşüş, Albert Camus”

kara
kızıl
ak
bütün denizlere inat
büyüyordu sahra
kirpiklerinden kumlar saçarak .

ırak
kısa
uzun
bütün yolculuklar unutulur,
aslı bir düşüşle başlar
hemen kıyısında bir umudun.

oysa Nil de her nehir gibi
saçlarını örgü yaparak
uzuyordu Afrika kıyılarında.
sonra ince belinden
bir yılan gibi kırdılar onu.
Mavi Nil’i Beyaz’ından ayırdılar.
bir antilopun ağzına sığdı suyu.

küçük
büyük
ufak
her taş bir gün dağ olacağını
sanarak
yaşar bu dünyada
ve hepsi umudunu anlatarak ufalanır.

güneş göz kapaklarından aralanarak
izler düşüşünü insanın.
düşünür ki
olsun onun da yeryüzünde bir gölgesi
karanlık bir halifesi .
bir yanardağ ağzından
püskürtülmüş kızgın bir lava benzer
insan.

soğuk
sıcak
ılık
bütün mevsimler gelir geçer.
birbirine benzeyerek yol alır
aydınlıkla karanlık.

insan soğuyan kayadan yontar kendini
bırakıp gittikleri
yitirdikleri.

başı
sonu
ortası
herkes farklı biridir
günün birinde.
bilir ki bir düşüş başlatır her şeyi
yıkılmasını bekler diğer ağaçların
bir filiz gibi.

ANTİOKSİDAN

1- serbest radikaller

bir sözlük aldım kendime
onunla öldürüyorum anlamları .
bir sözlük
nereden bilir ki çağrışımları.
siperleri gölgeden benzetmelerin
ve hayalden barikatları…

bütün serbest radikaller silahlanmış
hücreden sızmışlar ay ışığıyla.
aksiyon, reaksiyon
ve beklenen son,
kurşuna dizildiler Madrid kapısında.
sonsuz bir pandomimle karşılanmış
antikorların teslim ol çağrıları.
şafakla susmuş silahları
kurumuş kanları .

Bir sözlük aldım kendime
dilim kemiklensin diye.

bütün radikaller serbest…

2- Antioksidan

Arınmak için yıkattım beynimi
hijyen ve egzersiz
sahi neydi nisan tezleri
belli ki yağmurlu bir mevsimdi.

Bir sözlük aldım kendime
huzurevini övüyor bilmeden
yaşlanmak mümkün mü
gençliğine ihanet etmeden?

kızıl bayraklarıyla geliyorlar
dizilmişler sıra sıra
direngen ve dövüşken
Beta-caroten ve likopen.

yaşasın antioksiden mücadelemiz.

Onarmak

Bekle,
yalnızlık sokakları çıkmazlarla örülü bir ülkedir.
ve mavi levhalarında
sana söylenmemiş yalanlar gizlidir.
biliyorum, kırık bir oyuncak gibi
onarılmayı bekliyorsun,
biliyorum, imrendiğin ne varsa
çocukluğun almış ellerinden
ama bekle,
soğumuş yıldızların pencerene döküldüğü
ve camlarında tufanların dindiği o geceden
çıkacaksın sabaha bekle.
biliyorum, göç mevsimlerine aldandın
bıraktın kendini medcezirlere.
biliyorum, yitik parçaların
el yordamı yerleştirildi yerine
ama bekle
seni onaran seni yaralayandır bekle.

dipdiri bir ayaz yalnızlık,
hoşça kal demeden duracak öyle içinde.
gece fenerleri, kirli gökte puslanmış yıldızlar
hepsi kuduz bir köpek gibi ısıracak seni.
bekle, deniz tuzları
döksün kabuklarını yaralarının
bekle …
Biliyorum yeşermek zor, ölü ağacın köklerinden
içi un ufak olmuş kocaman bir gövde bu
sararmış bir yaprak değil ki düşen
Bekle …
Yüzün kaç kişiye mezar olur,
kaç kere dirilip ölürsen
o kadar bekle.
Zehirli bir şaşkınlık takın gülüşüne
imalar imlalara dönüşsün bekle.

kendini hangi endişe ile onarırsan
ona benzersin,
asık yüzlü bir yabancıya daha çok,
biliyorum .
içini dağlayan ateşle bekle.
hangi berrak su nilüfer barındırır?
biliyorum, pervasız bir öfke
vakitlice uyandırmaz hiçbir şeyi.
biliyorum yarın için adanmaz bugün.
ama bekle.
onarılmak bir söz ile dirilmektir.
ne sürgün, ne küskün …
bekle.