Etiket arşivi: bilgi ve insanlık tarihi

Hades’in Köpeği Kerberos ve Aptallık

Kerberos (Κέρβερος), Yunan mitolojisinde Yeraltı Ülkesinin tanrısı Hades’in üç başlı köpeğidir. Kerberosun görevi, hem yaşayanların Hades’in Ülkesine girememelerini hem de efsanevi Styx nehrinin ötesine geçerek bir kez Ölüler Ülkesine ayak basmış olan ruhların bir daha oradan dışarı çıkamamalarını sağlamaktır. Yarı yılan, yarı kadın canavar Ehidna ile ateş soluyan, yarı yılan devTyphon’dan türemiş olan korkunç köpek Kerberos, çoğu zaman tanrı Hades’le birlikte, onun ayaklarının dibinde tasvir edilir. Hesiodos,Teogoni’sinde Kerberos’un 50 başlı olduğunu söylemişse de sonradan Kerberos’un genellikle üç başlı olduğu kabul edilmiştir. Efsaneye göre, mitolojik kahraman Herakles’e (Herkül) verilen son görev, bu köpeği yakalayıp getirmekti. Herakles, Atina yakınlarındaki Eleusiskentine giderek orada inisiye olduğu Eleusis misterleri sayesinde canlı biri olarak Ölüler Ülkesine nasıl girebileceğini öğrendikten sonra Ölüler Ülkesi’ne girerek Kerberos’u oradan çıkarmayı başardı.

KERBEROS VE APTALLIK

Kerberos (Κέρβερος), Yunan mitolojisinde Yeraltı Ülkesinin tanrısı Hades’in üç başlı köpeğidir.Köpeğin üç kafası, kimilerine göre bugünü, geçmişi, geleceği, kimilerine göre ise bebeklik, gençlik ve yaşlılığı simgeler. Yunan mitolojisindeki akıl almaz olaylara rasyonel açıklamalar getirmeye çalışmış olan Paradoksçu Heraklit, efsanelerin geleneklerden kaynaklandığı inancıyla, Kerberos’un üç başlı olmasını, efsanevi köpeğin sürekli yanında gezdirdiği iki yavru köpeğin varlığına bağlamıştır. Kerberos’la “Asya çakalı” veya altın çakal denen çakal türü arasında bağlantı kuran kimi uzmanlar da çıkmıştır. Artık her neyse, anlaşılan o ki bu üç başlı köpek, mitlere bakacak olursak, korkunç iştahını sadece canlı veya taze et karşısında gösteriyor, böylece de ölmüşlere tamah etmiyordu.

Bizi ilgilendiren temel özelliği ise cehennem bekçisi olan bu  köpeğin temel görevi içerdekilerin dışarı çıkmasını, dışardakilerin de içeri girmesini engellemek olduğudur.

Bütün aklımıza rağmen başı sonu cehennem olan bu hominid  bin yılından çıkmamızı engelleyen bekçinin tıpkı mitolojide Hades’in cehennemini bekleyen Kerberos gibi üç başlı,  aç gözlü,  et düşkünü  Stultus (aptallar) olduğunu düşünüyorum.
İnsanlıktan ve insancıllıktan kopartılmış bu cehennemde hapis kalmamızın ve kapısından döne döne bu cehennemde yaşamamızın temel sebebi Stultusların tüm kapıları tutmuş olmasıdır.
Üstelik bu aptallık tıpkı Hades’in köpeği gibi canlı ve taze etlerin peşinde. Ceset olmuş, çürümüş ya da leş olmuş bedenler ( elbetteki ruhlar, akıllar) onu pek fazla ilgilendirmiyor. Avının peşinden koşmasını sağlayan temel unsur aptallıktan korkup kaçacak kadar canlı , akıllı ve yaşamperver olmanızdır.
Evet aptallık sizin yaşamla kurduğunuz o taze ilişkinin, sürekli yenilenen anlayışınızın düşmanıdır. Ve en berbat şeyi yapar, sizi de kendi cehenneminde aptallaştırır. Sizi de korkularla örülü bir dünyada hareketsiz, cansız bir ölü yapar. 
O cehenneme bir girenler bir daha çıkamaz. ..
(Dante, ünlü Cehennem’inde anlattığı hayali cehennem yolculuğunda kendisine rehberlik etmesi için şair Vergilius’u seçer. Vergilius’un yukarda bahsettiğimiz Aeneis epik şiirinde anlattığı Ölüler Ülkesi yolculuğunu hatırladığımızda bu seçimin hiç de keyfi olmadığını anlarız.
Dante’nin cehenneminde Kerberos, cehennemin üçüncü katında yedi ölümcül günahtan biri olan oburluk günahını işlemiş olmalarının korkunç cezasını çekmekte olan bahtsız ruhları gözetleyen, onları lime lime parçalayan bir canavar olarak tekrar karşımıza çıkar.)
Başkaları için köpeklik ve bekçilik yapan aptallara da, kendi içinizde kendi aptallıklarınız yüzünden içinizdeki insanı yiyip bitiren kuduz köpeğe de yüz vermeyin. Aptallar kişiliklerini sizin onlara gösterdiğiniz aynadan edinirler.

Yalancı Gezegenler

Yalancı Gezegenler / sahtenin parlaklığı

Gezegenler, uzayda parlayan yıldızlardan kolaylıkla ayırt edilebilir. Şöyle ki, Gezegenlerin ışıkları yıldızlar gibi kırpışmaz ışıkları atmosferden doğrudan doğruya gelir.

Yıldızların görülebilen bir karakteristik özelliği, onları Güneş Sisteminin beş gezegeni olan Merkür, Venüs, Mars ve Jüpiter ve Satürn’den ayırır. Gezegenler durgun bir ışıkla gözükürlerken, yıldızlar devamlı parıldarlar. Parıldama yıldızların Dünyaya olan mesâfelerinin uzaklığı ve atmosferin yoğunluğunun ortaya getirdiği bir olaydır. Bunun anlamı da yıldızların Dünyaya olan çok fazla uzaklıklarından dolayı büyük diskler hâlinde değil de çok küçük ışık kaynakları hâlinde görüldükleridir. Gezegenler Dünyaya yakın olduklarından disk hâlinde gözükürler. Atmosferdeki yoğunluk değişiklikleri yıldız ve Gezegenlerden gelen ışıkların kırılmasına ve yansımasına sebep olur, böylece parıltılı görüntüleri meydana getirmiş olurlar. Yıldızlar ışık kaynakları olduklarından parlıyor gözükürler. Gezegenler disk olduklarından üzerlerindeki noktaların parıltıları yok olur, duru bir ışığa sâhip olurlar. Ufukta gözüken gezegenlerse daha yoğun Atmosferle kaplı olduklarından parlar gibi gözükürler.

Bulutsuz bir gecede  berrak gökyüzüne bakan insanoğlu (elbette kızları da) muhteşem küçük ışık kaynaklarıyla karşı karşıya kalır. Hayranlıkla adlarını ve ne olduklarını bilmedikleri bu küçük nesnelere bakar dururlar. Binlerce yılın alışkanlığını yitirmiş olan insanoğlu gökyüzündeki bu cisimlerin ne olduğu konusunda bilgi sahibi değildir.
Oysa onlarca yıl önce göğe bakan biri kolaylıkla yıldız ve gezegenleri ayırt edebilir. Bunun yanında büyük yıldızların (büyüklük elbette göreceli ve yakınlıkla ilgili burada) ve gezegenlerin adlarını sayabilirdi.
Bugün kentin ışıkları içinde kaybolan gökyüzünde üçbeş yıldız ve iki üç gezegen ancak gözlerimize ulaşabiliyor. Topu topu 10 15 i geçmeyen sayılarına rağmen (inanın gerçek bir gökyüzünden Samanyolu’nu seyrediyorsanız yıldızların sayısı ve parlaklığı konusunda ürkersiniz) bizler hepsinden bihaber yaşayıp gidiyoruz.

       Astronomi ile bağlantısını günlük gazetelerdeki astrolojiye (burç atmasyonu) indirgemiş insanın da evrenden öğrenebileceği şeyler sınırlı elbet. 
         Asıl sorunumuz şehirli cehaletimiz. Bu konuda elimizdeki telefonlara iliştirilmiş epey güzel app var. Ancak ilgimizi çekmiyor. Şahsen birçok okulun sahip olduğu gözlemevlerine  revacın azlığına bakarak bile uzay ile insan arasındaki ilişkinin zayıfladığı gözlemlenebilir. Bu bile yaşadığımız aptal çağının üzerimizdeki evrimini gösterir.
Oysa insanoğlu temel anlayışını (insan merkezli evren ile evren merkezli insan görüşüne dönüş)  gökyüzündeki gözlemleri sonucu değiştirmiş ve büyük atılımını yapmıştır.
Bugün kenterleşmiş ve çevresindeki her şeye (başta kendi emeğine ve doğaya) yabancılaşmış insanın gafletine bakacağız.  Bu gaflet onun genel ahlakı hakkında da bize bilgi verecek . O zaman neden parıltılara gark olduğumuzda aldanmaya müsait olduğumuzu da daha iyi anlayacağız.

Sahte Işıklar

Gökyüzünde görmeye alışık olduğumuz o güzel gece manzarası içerisinde neler olduğunu düşündüğümüzde aklımıza öncelikli olarak yıldızlar, gezegenler ve bir de gecenin en parlak cismi, biricik uydumuz ay gelir. Oysa “yıldızlar” diye genellediğimiz parlak cisimlerin arasında başka türler de mevcut… Ayrıca çoğu zaman uçak, ya da daha spekülatif bir şekilde uçan daire olduğunu düşündüğümüz yapay ya da doğal başka cisimler de var.
Güneş haricinde (gece onu göremediğimiz için ) Ay en parlak cisim . Herkes bilir ki Ay güneş ışınlarını bir ayna gibi yansıtıyor. Yani ışığı sahte bir kaynak değil. Ay konusunda şaşırtıcı bir şey yok .
Gökyüzünde güneş sistemimizde yer alan beş gezegen çıplak gözle görülebiliyor (Jupiter, Venüs, Satürn, Merkür, Mars). Bu yüzden eski uygarlıklar, gezegenlerin gezegen olduklarını bilmezlerken, yıldızlardan ayrı olarak gezinip duran (gezegen ismi de buradan gelmiştir) bu beş gezegene tanrısal özellikler atfetmişler.
Sabit yıldızlara karşın, zincir tanımayan ve gökyüzünü boydan boya kesen hür yıldızlar yani seyyareler. İşte işin püf noktası-  ki bu arkadaşlar da tanrısal özellikleriyle tanınmalarına karşın ışık kaynağı değiller- gezegenler kendilerine yüklenen  hiçbir özelliğe sahip değillerr.

Onlar da zavallı ay gibi birer ayna. yani kendi ferleri yok. Güneşin ışıklarını yansıtmakla mükellef birer aynalar. Özgürlükleri de bize yakın ve bizim de içinde bulunduğumuz bir sistem içinde dönüp durmalarından ibaret . 
aslında özgür filan değiller . Evrenin temel fizik yasalarına uygun olarak güneşin etrafında dört dönmeye mecbur kılınmış arkadaşlar.  Ah büyük yanılgılar. 
Sahte ışıklarıyla bir modern kentlinin görüp ne kadar büyük bir yıldız dediği bu  gezegenler hilal yanına yıldız olarak bayraklara bile girmiştir. 
Birçok bayrakta ay ve yıldız olarak geçen ve kan üzerine birleştikleri iddia edilen ikiliden yıldız olanı gerçekte bir yıldız değil. (bizimkisinin kosava savaşında olduğu söyleniyor. o zaman Jüpiter)  .. Yıldız olmadıkları halde parlaklıklarının insanları aldattığı bu gezegenler  her zaman bir kutsiyet sağlamışlar kendilerine.
Sahte ışıkların sonunu bilim getirmiş. önce başka gezegenlerin de uydusu olduğunu yani her şeyin dünyanın çevresinde dönmediği bulunmuş, dünyanın foyası ortaya çıktıktan sonra diğer gezegenlerin fersiz yani kendinde ateşi olmayan basit aynalar olduğu anlaşılmış….. liste uzayıp gidiyor.
Amma lakin  çıkarılacak sonuç sahte ışıkların ahmak inandırıcılığından kurtulmak için bilgi gerek .Bilgisiz cehaletimizin her türlü öykü uyduracağını ve çoğunluğun aklıyla bu öykülerin gerçek sayılacağını aklınızdan çıkarmayın . O sahte ışıklara kanılarak uydurulan bir sürü öykünün sosyolojik etkisinden  kurtulamadık . kurtulamıyoruz.

Günebakanlar Nasıl Ayçiçeği Oldu

GÜNEBAKANLAR NASIL AYÇİÇEĞİ OLDU?
Papatyagiller ailesinin bir üyesi olan ayçiçeklerinin bilimsel ismi Helianthus annuus’tur. Helianthus, Eski Yunanca bir kelimedir. Helios güneş, anthos ise çiçek anlamına gelmektedir. Ayçiçeğinin ülkemizdeki bir diğer adı ise “günebakan çiçeği“dir.

Ayçiçekleri neden güneşe bakar?
Ayçiçiklerinin ışığa dönmesine neden olan, auxin (oksin) adlı bir hormondur. Bu hormon bitkinin ne şekilde büyüyeceğini, miktarını ve yönünü de belirler. Oksin hormonu bitkinin üstünde yer alır ve aşağıya inerken, bitkinin ışık almayan kısmında yoğunlaşır. Bu nedenle bitkinin karanlıkta kalan kısmı daha çabuk büyür ve bitki aydınlık tarafa doğru eğilir. Günebakan çiçeklerinin gelişimi tamamlandığında, bu ağırlıktan dolayı fazla hareket edemez ve doğu yönüne sabitlenir.
Türk Dil Kurumu tarafından 1928 yılında hazırlanmış ilk İmlâ Lûgati’nde ayçiçeği kelimesi bulunmamaktadır. Tarihî sözlüklerimiz içerisinde en gelişmiş olanı Şemsettin Sami’nin 1317 (Miladi 1899-1900) yılında hazırladığı Kâmûs-ı Türkî’dir. Sözlükte ayçiçeği kelimesi için “güneşe doğru dönen büyük ve uzun saplı çiçek, abdüşşems (Gün çiçeği dahi denilir.)” (Şemsettin Sami 1317: 60) kaydı bulunmaktadır.Klasik metinlerde en çok kullanılan Arapça ve Farsça kelimeler ile Batı dillerinden Türkçeye giren bazı kelimeleri içeren Muallim Nâcî’nin Lügat-i Nâcî adlı eserinde ayçiçeği için yukarıda gösterilen Farsça karşılıklarından “âftâb-perest” -güneşe tapan- (Kartal 2009: 20) kelimesi bulunmaktadır.Türk lehçelerinin çoğunda da günebakan ismiyle anılır.
Ansiklopedik bilgileri nihayete erdirmek lazım ki meseleye dönebilelim 🙂
Burada iki isim arasındaki fark ete kemiğe büründükleri simgeler irdelenirse daha net ortaya çıkıyor. Antik yunan kültüründe bile güneşle ilişkilendirilen ve gerçek bağı güneşle (fiziki olarak takip ettikleri güneş ) kurgulu olan günebakan çiçekleri Arap – Müslümanlığı etkisinden olsa gerek Anadolu’daki bir çok şey gibi Kameri olmuştur.
Güneş taparlık (âftâb-perest) suçlamasının ortaya çıktığı modern Türkiye’nin inanç çizgilerine ve Doğu kültürünü Arap kültürü sanan yekparecilerine bakarak Antik kültürün bu sözcüğündeki “güneş” ile   “ay”ı yer değiştirerek daha mutaassıp bir sözcük elde ettiklerini düşünmek doğal .Ataları bir zamanlar güneşe tapan ve güneşe secde eden bu  insanların geçmiştekilerin güneşle kurdukları bu ilişkiyi reddedişleri bilinçlidir ve politik bir eylemdir. Ortaya çıkan tarihsel sınırlılıklarının altında bunu da başardıkları için kendilerini kutlamak lazım. Takvimi de sürekli olarak Kameri takvime dayalı bir hale büründürmeye çalışan bu “cin” fikirli arkadaşların yaptıkları her eylem  bir çiçek ismi üzerinde bile ince hesapları olduğu düşünülerek tartılmalıdır.
Yoksa Güneş gibi kendine ait bir kudreti olan ve doğal yoldan onu izleyen Günebakanlar olmaktan çıkar; hiçbir ışığı olmayan ama görüntüsü aldatıcı olduğu için bir hevesle ayın peşindesürüklenen ayçiçeklerine döneriz. Yüzünü güneşle birlikte çevirmek yerine, karanlıklar içerisinde kalmış çaresizce fersiz, gölgesiz ayın ihsanına sığınır dururuz.

Morepe Yıldızı ve Bir Yarım Kadın

Morepe Yıldızı ve Bir Yarım Kadın

Atlas hakkında epey hikaye üretiilmiş ve benzetme yapılmıştır. Bu yüzden Atlas hakkında yazmayacağım. Yeni hikayeler dinlemek ve günlük yaşantımızı renklendirecek yeni hayaller üretmek lazım. Üstelik Atlas bir erkek ve bu yedi kişilik takım yıldızının içinde sayılmaz. Yani ele alınancak konunun hiç değilse dişil olması gerekir ki öykünün adaleti sağlansın . Atlas’ın eşi Deniz Perisi Pleione ve 7 kızı Pleiadlar ( Su Perileri) (Pleiades veya Ülker) Atlas ile birlikte Zeus’a karşı savaştıkları için cezalandırılmışlar, gökyüzüne savrulmuşlar ve yıldız yapılmışlardır. Şu an da gökyüzünde Pleiades takımyıldızı olarak vardırlar.

Altısı tanrılarla evlenen bu kızlardan sadece Merope bir ölümlü ile evlendiği için utancından parlaklığını kaybetmiş ve bu yüzden bazen görünmez olmuştur.

Ülker veya Süreyya (M45, Yedi Kız Kardeş, Peren veya Pervin olarak da anılır, ing. The Pleiades) bir açık yıldız kümesidir. Boğa takımyıldızında (Taurus) bulunur (Yahudilerce kutsal olduğu kabul edilir). Dünya‘ya en yakın açık yıldız kümelerinden ve büyük ihtimalle de en ünlü ve çıplak göze en güzel görünenleridir. Ülker yıldız kümesinin yaklaşık 440 ışık yılı (135 parsek) uzaklıkta olduğu bilinmektedir.
Yıldız kümesinde son 100 milyon yıl içinde oluşmuş sıcak mavi yıldızlar başı çekmektedir. Astronomların hesaplarına göre Ülker yıldız kümesi gelecek yaklaşık 250 milyon yıl boyunca varlığını sürdürdükten sonra dağılacaktır

Ülker için kullanılan diğer önemli isimler:
Mitolojide Ülker, Boğa’nın omuzundaki bir damga biçimindedir. Boğa’nın boynuzları, Hyades‘den sola aşağıya Arabacı’ya doğru uzanır. Kümedeki yıldızların isimleri, Yunan mitolojisinde Atlas ve kızları Alcyone (Alsiyon ok.), MeropeElectraSteropeCelaeno (Selano ok.), Maia (Maya ok.) ve Taygete ile eşi Pleione‘ye ayrılmıştır. Burçları, ekinlerin olgunlaşma zamanı ve deniz mevsiminde görünürdü. Efsaneye göre, ZeusTitan‘larla olan savaşında, zaferi kazandıktan sonra, savaşta karşı tarafı tutan Atlas‘ı, yeri ve gökleri sırtında taşımaya mahkûm etmiş; giderek yeryüzü ve gökyüzü haritalarını içeren kitaplar, bu nedenle Atlas diye isimlendirilir olmuşlardır.
Atlas hakkında epey hikaye üretilmiş ve benzetme yapılmıştır. Bu yüzden Atlas hakkında yazmayacağım. Yeni hikayeler dinlemek ve günlük yaşantımızı renklendirecek yeni hayaller üretmek lazım. Üstelik Atlas bir erkek ve bu yedi kişilik takım yıldızının içinde sayılmaz. Yani ele alınancak konunun hiç değilse dişil olması gerekir ki öykünün adaleti sağlansın . Atlas’ın eşi Deniz Perisi Pleione ve 7 kızı Pleiadlar ( Su Perileri) (Pleiades veya Ülker) Atlas ile birlikte Zeus’a karşı savaştıkları için cezalandırılmışlar, gökyüzüne savrulmuşlar ve yıldız yapılmışlardır. Şu an da gökyüzünde Pleiades takımyıldızı olarak vardır.
Altısı tanrılarla evlenen bu kızlardan sadece Merope bir ölümlü ile evlendiği için utancından parlaklığını kaybetmiş ve bu yüzden bazan görünmez olmuştur.Denizcilerin denize açılmak için bekledikleri bu yedi kız kardeş göğe baktığınızda altı yıldızdan oluşan bir küme olarak görünüyor.
 Antik Yunan mitolojisine göre Orion, Poseidon’un oğludur. Her zaman köpeği ile gezen büyük bir avcıdır. Yakışıklılığı ve kadınlara düşkünlüğü ile ün salmıştır. Hera’yı kıskandıracak kadar güzel karısını kaybettikten sonra, misafir olduğu Oinopion’un kızı Merope’yi baştan çıkarmaya kalkışmıştı, Oinopion da bunun üzerine Orion’u kör ettiği söylenir.
Güzelliği ve baştan çıkarıcılığıyla ünlü olan Merope  Orion da dahil birçok tanrıyı reddetmiş ve anlatıcıların erkek egemen dünyasında bu yüzden kendine geniş yerler bulamamıştır. Gidip bir ölümlüye aşık olması nedeniyle (onun tercihlerinin yanlışlığını vurgulamak için ) kadiri parlak olmayan ve  yedi yıldızdan çıplak gözle görünemeyecek olan yıldıza adı verilmiştir.
Yarım kadın tartışmaları bana parlaklığı giderek azalmış ve gözle görünmez hale gelmiş Merope’yi hatırlattı. 12b77-orion_hyades_pleiades2
 

Avcı Orion’u reddederek bir ölümlüye aşık olmanın onurunu yaşayamayan ve kendi tercihleri yüzünden parlaklığı elinden alınan bu kadın,  erkek dünyasının anlatıcılarının sözcükleriyle de silinip gitmiştir. Tercihlerine sahip çıkan Merope’yi ne kadar karanlığa iterseniz itin onun öyküsü doğru tavrın nadirliği ve yalnızlığı içinde parıldıyor.
Bugün de  gücü, iktidarı, genel geçer doğruları tercih edecek ve bu yüzden methiye ve zenginliklere boğulacak altı kardeş bulmak mümkün. Ancak asıl değerli olan tüm bunları reddedip, kendi tercihlerini yaşamak isteyen ve güce taparlıktan çok doğruyu ararlığı  kaderi olarak seçen Morepeler bulmak oldukça zor.
Bugünün denizcilerine tavsiyem denize açıldıklarında göğe bakıp Ülker takımyıldızını arıyorlarsa ve yedinci kardeşi göremiyorlarsa akıllarına dünyanın her yerinde özgür iradelerini kullanan ve onurlarını her şeyden üstün tutan  kadınları hatırlasınlar. O zaman belki binlerce yıllık öykümüz değişir. Kim bilir?

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA APTALLIK

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA APTALLIK

Yunanca “kome” (saç) kelimesinden türeyen “kometesler” yani “saçlı yıldızlar”, gökyüzünün en görkemli cisimleridir.

komet ile ilgili görsel sonucuKuyrukluyıldızlar, yaklaşık 4,5 milyar yıl önce oluşan Güneş Sistemi’nden arta kalan buz kayalarıdır. Yörüngeleri, güneş sisteminin en soğuk ve karanlık köşelerinden, Güneş’in yakıcı sıcaklığına kadar uzanır. Güneş sisteminin iç (Güneş’e daha yakın) kısımlarında dolanırken, güneş ışınları kuyrukluyıldızın çekirdeğinin üstünde bulunan buzları buharlaştırırken küçük katı parçacıkları da ondan kopararak kuyruğunun Güneş’e göre zıt yönde oluşmasını sağlar. Kuyruklu yıldızların çoğu, Neptün gezegeninin daha ötesinde bulunan Kuiper kuşağından ve Oort Bulutu’ndan gelmektedir.

Gökyüzünde bir kuyruklu yıldızın (komet) görülmesi, bilim adamlarının olduğu kadar halkın da ilgisini çekmektedir. Astronomlar, uzay fizikçileri, jeologlar ve hatta biyologlar, bu canlı görünüşün içindeki çeşitli fiziksel özellikleri incelerler. Kuyruklu yıldızlar toz ve buzdan oluşan küçük cisimlerdir. Bu yüzden “kirli kar topları” veya “buzlu çamur topları” olarak da tanımlanırlar. Çıplak gözle en fazla ayırt edilebilen kısımları kuyruklarıdır. Uzunlukları 10 milyon kilometrenin birkaç katı ile 1 A.B arasındadır. Kuyruklu yıldızlar, Güneş Sistemi’nin kökeni ile yine bu sistemin ilk evrimini anlamamıza yardımcı olmaları konusunda çok önemlidirler. Ayrıca Dünya’yı doğrudan doğruya etkileyebilirler. Örneğin kuyruklu yıldızların artıkları meteor yağmurlarının oluşmasına sebep olacaktır. Zaman zaman büyük parçalar da Dünya yüzeyine düşebilir. Kuyruklu yıldızlar Güneş’e yaklaştıklarında parlaklıkları artar. Bu kadar bilimsel bilgi yeter, daha fazlası için aşağıdaki linkten bilgi edinebilirsiniz.

DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN TIKLAYINIZ

Astronominin bu  ak saçlı gelinleri, felaket habercisi sayıldıkları için uğurlu bir biçimde anılmıyorlar.
Eski çağlardaki toplumları etkileyen dünyaya yakın geçişler, bırakın bilimden binlerce yıl ırak toplumları  modern toplumun fertleri için bile bir kötü haberci. Tanrının insanları cezalandırmak için gönderdiğine inanılan bu taş (buz) kütlelerin toplumlarda yarattığı travmaların sonuncusu 1910 da geçen Halley kuyruklu yıldızının 1. Dünya Savaşını başlatmış olması inancıdır. Sonraki yıllarda gizemini kaybetse bile bugün deprem güneş tutulması ya da ” dansözlü eğlencenin depremle doğrudan ilişkisi” üzerine tezler yazabilen bir bilimsel gelişimde(!) olduğumuz için kuyruklu yıldızların ortaya çıkaracağı kuyruklu yalanları şimdiden tahmin edebiliyorum.
Gerçi üstad Hüseyin Rahmi Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanıyla bunu hicvetmiş ama ben daha trajik bir bakış açısına sahibim..

Gerçi  bizim gazetelerimizin, büyük yazarlara fırsat bırakmayacağını da düşünüyorum. “Papalık’ın büyük endişesini “paylaşıyorum yandaki gazete yazısından anlaşılacağı üzere böyle haberlerle kendini dolmuşa getiren Türkler kesinlikle dünyanın başına bela olacaktır. ..

Bizim toplumumuzun komikliği biraz da trajiktir; yani biz ağlanacak halimize güleriz..Batılıların makus talihi de bizimkinden farklı değil. Veba hastalığını Halley kuyruklu yıldızına bağlayanlar da var, çok çeşitli virüs tabanlı hastalıkları uzaydan bu “şirret kadınların” saçlarıyla getirdiğini yazanlar da .

Bu haberlerin ana beslenme kaynağı, tüm tektanrılı dinlerin dünyanın ve insanlığın sonunu işaret ettikleri kıyamet günüdür. İnsanların hesaba çekileceği bu sürecin habercilerinden biri de dinsel kaynaklara göre kuyruklu bir yıldızın geçişi olarak sayılıyor. KUYRUKLU YILDIZ FELAKETLER ve BEKLENEN GÜN için tıklayınız.

Bugün bile belli başlı sitelerin kuyruklu yıldız geçişini (hele çift kuyrukluysa tadından yenmez) mehdinin habercisi görmeleri ve insanları son savaş için uyarmaları ve elbet dinden aldıkları meşruiyetle insanları  kendi mehdiliklerinin çatısı altında toplama istekleri kuyruklu yalanların zirvesidir.
Lanetlenmiş bir toplum oluşumuz ve sonunda her lanetli toplum gibi cezalandırılacağımız inancı yüzünden ortaya çıkan mehdilerin deccal de ilan edildikleri bu süreç bir ilk değil. İslamiyetin 1000. yılında mehdinin geleceğini ve kıyametin kopacağını düşünen “atalarımız” bu aklın ürünü ve imanların belirtisi olarak kıyamet gününe hazırlık bile yapmaya kalkmışlar ( elbette ateşe dayanıklı  kefen henüz icat edilmemiş )     Osmanlıda Gözlemler i okuyun.

TOPHANE RASATHANESİ 

Büyük gözlemci o zamanki adıyla Müneccimbaşı Takiyuddin  alimliğini konuşturmuş ve Tophane sırtlarına  bir rasathane (gözlemevi) yaptırmıştır. Bu gözlemevinin yapımında III.Murad ve Sokullunun çabaları da büyüktür;ama onların bu çabası bilimden çok kıyamet senoryalarının gerçekliğine inanmalarıyla ilgilidir. Kuyruklu yıldızın geçişine yani kıyamet senoryalarına denk gelen rasathanede Takiyuddin önemli işler çıkarmış yıldızın geçişini gözlemlemiş ve 3 yıl içinde çeşitli   zicler hazırlayarak astronomi bilimine de katkıda bulunmuştur. Rasathane 1577 de hazır hale gelmiş ve 1580 de yıkılmıştır.

Tüm Osmanlı camilerinde selaların okunduğu ve Kuranların hatim edildiği, erkeklerin savaş giysilerini giyip camilerde beklediği, kadın ve çocukların gizli yerlere saklandığı, sokaklarında  yüzlerce mehdi adayının tekbirlerle dolaştığı  o meşhur gün geçince ( 1577) kıyametin şimdilik ertelendiğini varsayan İstanbul ahalisi ve  bilcümle alimleri , gözlemevinde yıldızları izleyen Takiyuddin’in yaptıklarını sorgulamaya başladılar.

Kuyruklu yıldızın geçişini haber veren ve bunu bilimle yapan Takiyuddin’in matematiğini  kendi ilimleri ile açıklayamayan zatlar- özellikle de Şeyhülislam Kadızade Şemsettin Efendi- sürekli olarak göklerin üstündeki sır perdesinin açılmasının nasıl zararlara yol açacağını III. Murad’a fısıldarken, kaderin yani  kazanın yani geleceğin öğrenilmesinin şeytani bir iş olduğunu halka her fırsatta ilan etmiş , bu şeytani işin sona ermesi ve meleklerin bir iblisin tacizinden kurtulması gerektiği dini bir zaruret olarak göstermiştir. Sonunda rasathane III. Murat’ın emriyle Kılıç Ali Paşa tarafından denizden gerçekleştirilen top atışlarıyla yıkılmıştır.
Korkuları kıyamet haberlerinin sona ermesiyle savrulup giden İstanbul halkı da bu şeytan işinin sona ermesini büyük şölenlerle kutlamış, rasathanenin duvarlarına birer kazma vurarak imanını tazelemişti.
Kıyamet korkusundan camilere sığınan insanların, Allah’a dua edenlerin “meleklerin husisi hallerine şahit olduğunu”  ” kaza ve kaderi önceden bildirerek ahlakı bozduğunu” iddia ederek  yıktıkları bu rasathane bize gelecekten tek bir haber veriyor: aptallık çağından henüz çıkmış değiliz.

*** İlginçtir ki Kadızadeler Osmanlı devletini içerden ele geçirmeye çalışan , kadıların yetkilerinin beylerbeyinin üstünde olması gerektiğini savunan Salefi (yenilikçi düşmanı İslam yorumu) görüşün hakim olduğu  bir ailedir ve rasathanenin yıkımı onların ilk zaferidir.
*** Batı gözlemevlerinden on yıl önce olan Tophane Rasathanesinin yıkımından sonra astronomi ile ilgimiz gazetelerin burç sayfalarından öteye gidememiş ve doğunun bilim-toplum ilişkisi bugünkü sınırlarına çekilmiştir.
*** Hala toplumda kendini mehdi ,  karşıtlarını ise deccal ilan edenlerle birarada yaşıyoruz.