ben bütün kıyımların kıyamıyım,
beni diriltecek olan söz henüz söylenmedi
ben bütün kıyımların kıyamıyım,
beni diriltecek olan söz henüz söylenmedi
Bütün herkes sarhoşken kralın kadehi ay doluydu
ama kral karanlık içiyordu, zifiri karanlık içiyordu
Tüm yolları yitirdik işte kendi çevremizde dönüyoruz
Kendine kavisli yörüngeler yüzünden içimize dökülüyoruz.
Altın tozuyla boyanınca yıldızlar kralın kadehi ay doluydu
zırhından kan damlıyordu, gördüm ateşte eriyen kılıcını
Bütün kinlerimi kustum üstüne, anlamam artık acısını
Ağı yırtılmış bir örümcek telaşıyla içiyordu şarabını
tüm taclar tahtına zincirliyordu sahibini , kralın şarabı ay doluydu
oysa o hep karanlık içiyordu, zifiri karanlık içiyordu.
Bütün mırıldanmaların arasından geçiyor
senin neşeli sesin, bulaşıcı bir hastalık gibi geçiyor
baştan ayağa giyiniyorum kahkahalarını…
Ben çocukluğumu kaybettim küçük bir kedi peşinde
onu vurup kurtuldular tecrid edilmiş bir şehirde
bütün sesler düşüyor tepetaklak,
bütün gülüşler yer çekiminin etkisinde…
duvarlarında bir kör alfabesi, kapıları bu yana kilitli
küçük bir şehirde kurşuna dizildi çocukluğum;
yaralanmış dizlerinin üstünde.
oysa bulaşıcı bir hastalık gibiydi gülüşü
bütün mırıldanmaların arasından sızardı.
ben çocukluğumu kaybettim tasmasız bir kedi peşinde…
kanı çamura menderesler çiziyordu öyle oluk oluk ve yorgun
minik elleri okşar gibi bir kediyi , bir hanenin taştan eşiğinde
ben çocukluğumu kaybettim, çelikle sınadılar onu güpegündüz
bir ağacın dallarına astılar nefesini, buhardan bir kuş gibi
uçtu gitti nefesi bir bulut oldu gökyüzünde.
Kocaman bakıyor, boşluksuz bakıyor gözleri
sesi ağıtların içinden, mırıldanmaların arasından geçiyor
duyulmamış bir isyanı fısıldıyor nefesi .
yıl kindar bir zamanın
yenisiyle değiştirilmesidir
artarak bir mesihten beri…
kundaklanmış çağlar yanıyor hey, bu bataklık sıtmasıdır;
su ateşte yürür, bir çeliğin gölgesinde.
sözden önce yalnızlık icad edildi bilesin,
bilesin!
ne kadar geçse de eskimiyor bu zaman,
onda her yeni eskinin kırmasıdır…
küf ancak okuduğun yazıda gizli,
hiçbir dua saklı değil yazılı tabletlerde
bir kent şarabı mahzen yüzü görmeden bozuluyorsa
tencereleri kalay tutmuyorsa
eskir,
eskidi her şey bilesin!
ne kadar geçse de eskimiyor zaman…
kulağıma sızıyor tarih; acımasız kanlı zalim.
hanlarında insan sofraları kurulu yolculukların,
fetretin fethe döndüğü an
yıkılıyor surları kentin
pey pey…
bir kapısı çağa açılır da
o çağdan çıkamaz hiçbir kapısı
ortasında dolanır durur
bitmeyen bir ortaçağın …
yalnızlık bizden önce icad edildi.
gizli bir sözleşmedir
aynı sokaktan aynı yüzlerin geçmesi.
kim bilir, kim tarih düştü
çevrilen her sayfada unutkanlık;
bir saray oğlanını tanır da bir sokak sakinini tanımaz,
ve hatta adını verse bile saçtan bir levhada
prangalısın ey zaman prangalı!
bir sarraftır tanı efendini,
su ateşte yürür.
kılıç erir kurşun olur
bir kent çeliği giyer güpegündüz.
bir tek zırhı kaldı şövalyelerin
müzelerin bekçisiz köşelerinde .
(söz çıplakken bile isyankardır)
çağır gelsin
çözerek taşların sırlarını
karanlığa, gölgeli bir yaz kalsın
her tohum
tandırdan, ocaktan, közden, ateşten
yani dünkünden devşirmedir.
eksiktir her yeni
kesikleri düğümlenmiş bir ip kadar geçmişten
çağır gelsin,
buğday tarlasından kaldırıp başını
elleri değirmen, yüzü bir korkuluğa benzer
yazları kurak geçtiği zaman….
su ateşte yürür
ve o yaşam başladığından beri
korkunç bir efendidir