Etiket arşivi: dinçeryurttaş

Deniz Şarkısı

ALABOS

İnsanın kanı da köpüklenir

Atar kendini kıyılara, taşlara vura vura

Bir uzak buluta benzer elleri,

Pür telaş bir yelkene

uzanıp da erişemez gibi…

İnsanın da kanı köpüklenir,

kırılır dalgası beyazlanır.

Alaboslar içinde ağlaşır.

AVARA

Durgun suda ay çırpınır, Güneş yüzgeç takar

Mavi elbiseler giyer aynalanır su.

Ah ne düşler kurar olsa insan avara

Çıpasız tekmil teslim anafora.

Durgun suda yel yıkanır, sükut olur

Felenksiz suya iner yıldızlar.

Hani tutsa elinden, su bir sarmaşık olur

dolana dolana çıkar göğe,

gök bir deniz

deniz bir gök olur.

Ne güzel düşler kurar olsa insan avara,

Kimi kendine hediye kimi başkasına…

FIRDÖNDÜ

Yavaş yavaş düğümlenir ne dönerse geri

İnsanın anılarından örülüdür cehennemi.

Ateşten korur seni basit bir fırdöndü.

PUPA

Şeytan çarmıhlarından

atarım gövdemi bu ceviz kabuğuna.

Örselenmiş ve törpülenmiş düşler yatağına.

Ben bir sevişirken böyle salınırım

Bir de zamanı silerken saatlerden.

Herkese yetecek umut var ama

mutluluk var mı herkes için ?

Derler ki denizin yoktur çıkmaz sokağı

Pupa yelken, yırta yırta suları

Lavanta bahçelerinden geçerim

İmsak vakti yorgun bir gecenin .

Prolaktin

İnsan kendi yarasından doğar,

Işıkla sıvanmış kanlı bir rahimden.

Hep tek bir çocuk doğurur, yalnızız işte bu yüzden .

Korkarak, biraz da utanarak bakar

başkalarının çokluğuna

bilmezliğe verir kimi kez, kimi kez çocukluğa

oturup acılarını paylaşır

onların umurunda olmasa da.

Ben zamanın bir yerinde bekliyorum seni

anın geçmişi öptüğü bir belirsizlikte.

Belki diyorum yeniden doğarım,

kendime yeni bir yara açarım .

Böyle böyle öğütüyorum zamanı

Yıldızlar bir bir sönüp düşüyorlar

onlarla dağlıyorum yaralarımı .

İnsan, kendi cehenneminin köpeğidir

Ateş dillidir yaralar sözcükleri .

Putları kırılan Nemrud’un İbrahim’i

attığı yerde zincirlenmiş duruyorum.

Biliyor musun yüzün yeryüzüne benziyor

Bir tohuma hemen can verecek gibi

Baharlar, kışlar, yazlar hepsi iç içe

Hepsi dağınık saçların gibi bir yerde.

Seni hep böyle hatırlıyorum.

Ya da kendimi böyle uyutuyorum geçmişin beşiğinde.

Sabahları ışık sızana kadar kör bir karanlıkta saklıyorum

Gündüz hem beni hem düşleri yaralar.

İnsan, araftadır ve nihayet

Başı sonu bir .. bir noktadır.

Dünde geçmişi, geçmişte bugünü, bugünde dünü arar.

Vazgeçemediklerinin çöplüğünde aç bir martıdır

Havalanır, daireler çizer ve aynı yere döner.

Beni kolsuz bir yel değirmeni yapsalar

Bekleyip dursam nefesini,

Ertesi ve daha ertesi.

Öbür Yarıları

Çekip gidiyor şimal yıldızı
böyle fırtınalı gece yarıları.
İnsan kendi ayak izlerini
tanımaz mı ?
Güzel makyajlı bol tadilatlı
iç çekişler, onarılmış geçmişler.

Rıhtımlar, limanlar, deniz fenerleri;
yırtılmış, yakılmış seyir defterleri;
Terk edilmiş, pas tutmuş gemi gövdeleri;
İç çekişler, iç denizler ve
insan iskeletleri .

Dolunaydan arta kalan öbür yarıları
Tamamlar gözlerim.
Sisler içinde, gecenin kör karanlığında
Yelkenime rüzgar doldurup
Başıboş dolaşmayı severim.
İç çekişler, can çekişler
Bin ağızlı bir delta dinginliğinde
Küfretmekten yorgun uzayıp giderim.

Güneşin Gölgesinde

uykulu bir kirpi gibi içe kıvrılmış
ve başı dizlerine değer halde
kendimi bu büyük geceden koruyorum.
böyle sonsuz gün batımlarında
uzayan gölgemin benden
uzaklaşıp gitmesinden korkuyorum.

sana yollar yaptım, düz bir labirent;
çıkmaz desem,
adımını bile atmazsın.
biliyorum intiharın yavaşçası
tutku denen bu kement…

güneşin gölgesinde bir bulut,
rüzgarın ellerinden tutuğu
saçlarına keder düşmemiş bir çocuk
gibi salınıyor,
mavi göğe
kendinden bir neşe bırakıyor.

bütün izleri silinmiş bir cinayete
tanık olur gibi
ıslanıyorum bulutun gölgesinde

başımda oğullara ayrılmış
bir arı kovanı taşıyorum,
uğultular arasında,
desem ki bu benim iç sesimdir;
çelişen ama çelikten bir
kakofoniye dönmüştür.
kulaklarını tıkar, duymazsın.
biliyorum sessizlik bazen huzur
çok zaman da yoklukla
harç edilmiş bir kusur demek.

Güneşin gölgesinde bir bulut.
uykusunda bir kirpi,
rüzgarın soluğunda
yağmurla bestelenmiş bir ninni.
bedenim çıkmaz bir sokak
ve düşlere dalıp gidiyor ahalisi
pencerelerinden yıldızlara bakarak.

sana perdeler yaptım geceye kapanan
desem ki bunlar gözkapaklarımdır;
kırpmazsın
biliyorum …

Buhtunnasar

*Buhtunnasar [Nabuchodonosor=Nabukednazar]

Fırat Dicle’ye karışıyor; kan kırmızısı gök mavisine
de ki ona,  ben Babil’in asma bahçelerini gördüm,
benim eteğimdeki kilden yapıldı tabletler;
dağları erittim, kuşlara su verdim  ve yeşerdi çöller.
de ki ona,, zeytini de gördüm hurmayı da buğdayı da
rüzgarla örtüldü ayrılıp gittiğim kentler.

Dicle Fırat’ı öpüyor; Basra denizinin kıyısında
bin diliyle öpüyor, bir düşüyle öpüyor.
De ki ona; benim saçlarımda bebek kokusu,
benim suyumda gözyaşı tuzu,
ince belli ve kıvrak kadınların tutkusu;
kör inançların, uydurulmuş tanrıların tortusu var.
ondan kanım bir deli gibi akar.

Fırat Dicle’yi öpüyor ve yıkıyor Kudüs’ü Bahtunnasar.
bunlar,  diyor,  bir duvarda ağlayacaklar .
ve bu kenti kendilerine mezar yapacaklar.

Fırat Dicle’ye karışıyor ;
Çocuklar taş taşıyor Kudüs sokaklarındaki barikatlara
Süleyman kuşlarla konuşuyor da bilmiyor insanların dilini
Bu yüzden yıktım onun mabedini.
bin başlı ejderin orda kestim nefesini.

Fırat Dicle’yle karışıyor;
Kudüs sokaklarında bir yetimi taşlıyorlar
bunlar bilmiyorlar Davut’un Golyat’ı  yendiğini
ve Nemrut’u bir sineğin devirdiğini.
yıktım onların kentlerini; (şimdi )bir duvarda ağlıyorlar.

Fırat Dicle’yi öpüyor; toprak kokuyor ikisinin de dudakları
biri Ademi, diğeri Havva’yı  doğuruyor yeniden
Babil’in asma bahçelerinde üzüm şaraba dönerdi
ve bütün çocuklar aynı sütü emmiş gibi kardeşti .
De ki benim bir özlemim var
Başı taşla ezilerek öldürülmesin Habil
ağlanmak için yıkılmasın hiçbir duvar
o asma bahçelerinde ab-ı hayat içerek yaşasınlar.

Buhtunnasar [Nabuchodonosor=Nabukednazar], Âsûrî devletinin en meşhûr hükümdârıdır. Milâttan önce 605-562 yılları arasında hüküm süren, Yahuda Devleti’ni ortadan kaldırarak Kudüs’ü ve Süleyman Mâbedi’ni yakıp yıkan Bâbil kralı.

Yitik Yaz Şarkısı

Sizi bir yerden tanıyor muyum ?

denize dökülürken çizdiğiniz menderesler

yağmur sonrası karanlık bakışınız

suyu denize bahşederken

sazlıkları güpegündüz kucaklamanız

sizi bir yerden tanıyor muyum ?

geçmişten çıkaramadım sizi;

-unutmak temiz bir cinayettir-

mezar taşınızdan silinmiş adınız

şezlonglar intihar için en iyi yerdir

son resminiz de terlikleriniz

yaz yersiz yurtsuz bir mevsimdir

arasanız da bulamayacağınız sevdikleriniz

sizi ayaklarınızdan tanıyacaklar.

Sizi bir yerden tanıyor muyum ?

Doğru ya,  herkesin gölgesi herkesin üstünde

belki gölgeme sormalıyım

Sizi bir yerden tanıyor muyum?

Bir yaz okumasından, sonu belli bir romandan

soğuk bira sırasından, sıradan sabahlardan

Aklımı plaj çantasında bıraktım

çok korkuyordum ıslanmasından

belki siz hatırlatırsınız

bir göreyim ayak parmaklarınızı

sizi bir yerden tanıyor muyum ?

bu akşam üstü nasıl da kırmızı

tanrım ben kanıyor muyum ?

Yoksa  photoshopla mı açtınız yaralarımı?