Etiket arşivi: düzyazı

Elpis / Tükenmeyen Umut

Umut güzel bir sözcük. Geleceği farklı kılabilme ihtimali. Bu bazen bütün dünyaya ilişkinken (ütopya) bazen o insanın kendi kaderini yenebilmesi üzerine kurulu.
Çoğu kez boş bir hayal, karşılık bulmayan bir çaba, sonuçlanmayan bir beklenti.
Mitolojide umut hakkında çok güzel bir öykü var. Çoğumuz biliyoruz;biliyoruz ama ona yeniden ve umutla bakma becerisi gösterebiliyor muyuz? O bilinmez.
Önce hikayeden başlayalım.
Zeus kendinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a, balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekâya sahip Pandora’yı eş olarak gönderir. Epimetheus kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir. Zeus, Pandora’ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek benzeri bir kavanoz/kutu hediye eder ama bu kavanoz asla açılmamalıdır. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda kutuyu kapatır bu da insanların içindeki “umut”tur.
300px-Pandora_Loison_cour_Carree_LouvreDinsel metinlerde Cennetle bahşedilmiş Adem’e Havva’nın hediye edilmesi ve bir yemişle başlayan Dünya serüvenlerine çok benzeyen bu hikayenin birden çok anlatısı var. Hepsi de Pandora’nın basiretsizliği ya da yenemediği merakı üzerine kurulu.
Ancak öyküyü farklı okuduğunuzda Pandora’nın yaşamı başalattığının farkına varıyorsunuz. Yani kozmik zaman dışında Pandora’nın başlattığı şey hem kendi biyolojik zamanı hem de tüm insanlığın ortak yaşamının başlangıcı. Promethus’un ateşi kullanmayı öğretip bedeller ödediği insan; aslında kendi aydınlanmasını Pandora’nın kutusuyla başlatarak, asıl ateşi içine alıyor, ruhuna ve aklına salıyor. Bütün her şeyin karşısına dikilebilmesi için önce bütün her şeyin onun dışında varolabilmesi; sonra da o diklenme için kutunun dibinde kalan umuda sahip olabilmesi gerekiyor.
Kutuda olan umut öyle sahipsiz de değil, onun bir adı var: Elpida (Elpis)…
Elpis, Yunan mitolojisinde umudun tecessümü, vücut bulmuş hali ve tanrıçasıdır. Nyx’in çocuğu, Pheme’nin ise annesi olduğuna dair iddialar vardır. Genellikle genç bir kadın olarak resmedilir. Tasvirlerinde çoğunlukla çiçekler (özellikle de zambak) veya cornucopia (içinden meyveler saçılan boynuz – bereket simgesi) taşır. Roma mitolojisindeki karşılığı Spes’dir.
Bugün geçerliliğini koruyan inançların çoğu insanın cüzzi iradesiyle külli iradeyi aşamayacağını söylüyor.Kaderi yaşamak ve yazgıya şükretmek imanın gerekliliklerinden biri.Bu düşünce yani kendi başlattığını bitirememe ve değiştirememe “becerisi” insan özgü bir yabancılaşmadır. Doğa ve onun kanunları karşısında (özellikle de ölüm) artan denetimine rağmen insanın iradesini başka güçlere teslim etmesidir yabancılaşma.(Öğrenilmiş çaresizlik diye de süslenir adı) Her ürettiği kendisinin biraz daha eksilmesine, her eylemi biraz daha pasifleşmesine ve gücünü her kullanışı biraz daha güçsüzleşmesine yol açmaktadır.
Azalıp azalıp hiç tükenmeyen Elpida yol gösterici bir tanrıçadır. İnsanın büyük yabancılaşmasını yenmesinin yegane yolunu göstermektedir bize. “Umut etmek” tanrılarda olmayan bir özelliktir çünkü ölümsüzlerin, kaderi aşan varlıkların, bir yazgıya hapsolmamışların umudu ihtiyacı yoktur.
Oysa yaşamın başlangıcını yaşadığı büyük yabancılaşma yüzünden(cennetten geldiğini ve baştan kaybettiğini düşünür) yenilgi sanan insanın “umut etmek” ve “umut ettirmek ve “birlikte ummak”tan başka yolu yoktur.
Marks tüm yabancılaşmaların “insanın bilinçsiz faaliyetleriyle ortaya çıktığını ve yine insanın, bilinçli toplu eylemleriyle değişebileceğini” söyler.
Pandora’nın son anda yaşadığı pişmanlık ile kutuda bıraktığı umut, rastgele bir biçimde değil,bile isteye o kutudan çıkmalıdır.
Bu yüzden seslenmeliyiz….
Daha yüksek söylemeliyiz….
NEREDESİN BE ELPİDA….

Gücün Ahlaksızlığı: Poseidon

İnsan zihninin derinliklerinden yaşamımıza tüm çirkinliğiyle sızan bir üçleme var: Erk(EK) – İktidar -Güç. Birbirine eşit/aynı olmayan ama birbirini tetikleyen bu  üçlemenin egemen kültüründen sıyrılmak bizim gibi ölümlüler için bir ömür sürebiliyor. Kirlenmiş benliğimizi temizlemek; öyküleri baştan dinlemek, tersten okumak ve sonunda gerçeği bulmak için çırpınıp duruyoruz.

Genel ahlak gücün yaptığı ya da yapmadıkları üzerinden tanımlansa da (yani değişse ve başkalaşsa da) genetik olarak gücün bir ahlaksızlığı var .  Kendi ahlaksızlığını genel bir ahlak olarak dayatmayı da aymaz bir biçimde kendine hak görüyor .  Eğer bilincimiz bizi çeviren bilgi kirliliğinin altında yatan gerçeğe ulaşamamışsa, bir bilinç kırılması yaşayamamışsak gücün ahlaksızlığı, çok da popüler bir biçimde, bir genel ahlak yasasına dönüşebiliyor/dönüşüyor.Bu durum modern toplumun kuşatılmış bireyleri ya da tutsak edinmiş topluluklarında böyle değil. Geçmişte de kendisine hak olarak gördüklerini bir güce dayamış insanlar, insan toplulukları  var oldular;  o tarihten, o zihniyetten beslenen insanların barbarlıklarını bugün artık biz  göğüslemek zorundayız.

Medusa?

Güç bize öyle hükmediyor ki, zihnimiz bile ,kendi kendine, güç sahibinin haklılığı üzerinde  fetvalar vermeye başlıyor. Buna oto kontrol diyen var, oto sansür diyen var, güce taparlık diyen var ….. psikolojik birçok ad bulunabilir elbette ama bunun adı çok açık ki korkaklık. Doğrunun ve haklının yanında durma cesaretinin yitimi.

imagesŞimdi yüzlerce tuvalde resmi , onlarca meydanda heykeli olan, denizlerin, fırtınaların tanrısı Posedion ile bakışaları taş kestiren kötücül Medusa’nın kesiştiği tarihe (kör talihe ) bakacağız ve meydanları neden Posedion  süslüyor da Medusa saklanıp gizlenmek zorunda kalıyor diye soracağız. (Bugün de bu zalimliğimiz devam ediyor mu diye sormalıyız )

Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. İşte bu güzel Medusa kendini ve iffetini tanrılara emanet etmiş ve iki kız kardeşi ile birlikte baş tanrı Zeus’un en sevdiği kızı zeka tanrıçası Athena’ya adanmış bir tapınakta yaşarmış. Medusa’yı tapınakta gören tanrı Posedion,  bu güzellik karşısında aklını yitirecek gibi oluyormuş. Sonunda denizlerin büyük tanrısı bu tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena’nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa’ya zorla sahip olmuş. Daha çocuk yaşında olan Medusa’ya tecavüz etmiş. Athena, güçlü Poseidon’un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hissetmiş. Öyle hiddetlenmiş ki (hiddeti güzelliğe olsa gerek) Medusa’yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş , Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş. Dünyalar güzeli Medusa saçları na yılanlar dolanmış ve  gözlerine bakan herkesi taşa çeviren şeytansı bir yaratık olmuş; bu da yetmemiş  dünyanın en kuzeyindeperseus-medusa-by-laurent.jpgki Hyperborea’ya sürülmüş. Athena bu cezayla da yetinmemiş ve Medusa’yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios’un kızı Danae’nin, Zeus’tan olma oğlu Perseus’la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa’nınm kafasını kestirmiş. 
Şimdi Athena ve Posedion büyük tanrı ve tanrıçalar, Medusa tapınakta ibadet eden bir Havva kızı.  Posedion  Medusa ‘ya tecavüz ediyor ve bütün günahı ve cezayı tecavüze uğramış olan Medusa çekiyor.

Tanıdık bir ahlaksızlık değil mi ? Ya da bu ahlaksızlık mı çok tanıdık,  yoksa yapılan eylem karşısında susup güçsüzün cezalandırılmasına olur yolu açmak mı ? Gücün içindeki iktidarı , iktidarın içindeki erki ve kendi içinizdeki korkuyu görüp bütün ahlak kurallarını bir kenara iterek doğrudan değil,  güçlüden yana tavır almak; bu büyük ahlaksızlık değil mi ? Nasıl oluyor da bir ahlaksızlık durumunu binlerce yıl sürdürebiliyoruz? Zor ama basit: tutumumuzu genelleştiriyor ve  bir ahlak kuralı haline getiriyoruz. Posedion’ un ve Athena’nın her yerde tapınakları ve heykelleri var, 16.yy Avrupa’sında her yerde resimleri yapılmış. didim_medusa_heykeli.jpg

Ne kendi tapınağındaki kadını korumayan Athena suçlu, ne ona tecavüz eden  Posedion suçlu. Cezalandırılması, dışlanması ve reddedilmesi gereken güzelliğiyle erki (erkeği) baştan çıkaran Medusa. ” diyebilecek yeni milyonlar aramızda dolaşıyor. Mitolojik bir hikaye değil, bir gazete haberi olabilirdi bu anlatı ve biz hiç yadırgamadan o haberi gazetenin 3. sayfasından okuyabilirdik.

Yazılar umutla bitmeli elbet. Çünkü gelecek büyük insanlığa doğru yol alıyor. Bu yazı da hikayenin arta kalanıyla ve de umutla  bitsin.

Hani tecavüze uğrayan, sonra  başı kesilen Medusa var ya..  İşte o tecavüzden  iki çocuğu oluyor: Pegasus ve Chrsyar.

Pegasus hani şu kanatlı at. Deniz köpükleri gibi beyaz olan at.

Helicon dağında Heppocrene pınarı vardır. Ve rivayete göre göğe Pegasus’un toynağını yere vurmasıyla oluşmuştur bu pınar. Bu pınarda Museler, (Musa-Müzler) yani “ilham perileri ” yaşar. Bu yüzden Pegasus’un toynağının değdiği yerden fışkıran suya da  “ilham kaynağı” denir.  Şiir bu yüzden insanın umududur.

İktidara, erke, egemen olana tapanlara bir sözümüz var…. Kötülük bir köşede suskun suskun durmamıza neden olabilir ama,  su bir yerden yatağına mutlak ulaşır.

“Hiç umut yok mu ?

Umut, umut, umut..

Umut insanda ” Nazım.Pegasus_.jpg

Adaletin Kuşu:Ma’at

Bir kavramın soyutlanması ve erdem haline getirilmesi onun yaşamdan dışlanması, olagan insanlar tarafından yapılabilir, uygulanabilir olmaktan çıkarılması demek. “Adalet” de herkesin düşünü kurduğu, kendine istediği,  başkasında aradığı bir kavram. İtelenmiş, üstün bir bilincin gölgesine bırakılmış, yok sayılmış.

Tüm aptallıklarımız arasında ilk sıraya konacak olanı insan olmayı reddetmemizdir. Tarihsel sürecimizin biriktirdiği ne kadar insani ölçüt varsa onu tanrılara bağışlamamızdır. Vazgeçmek, hele iyiden ve güzelden vazgeçmek tanrıları insan kılarken bizi açgözlü bir hayvan kılmaya devam ediyor.

Bugün adaletin tanrısı Ma’at’ın kanatlarından bahsedeceğiz. . İnsanlar onu Güneş ve Ay’ın düzenli döngüleri, Nil’in yıllık taşkınları, istikrarlı yönetim ve toplumsal uyum aracılığıyla kavrardı. Güneş Tanrısı Ra’nın kızı ve Tanrıların Katibi Thoth’un eşiydi. “İki Hakikat” olarak bilinen bu tanrıçanın en başlıca görevi; firavunların yer tanrısı Geb’in tahtına ne ölçüde layık olduklarını belirlemekti. Saçına yüksek bir tüy takmış ve bazen de kanatlara sahip bir kadın olarak tasvir edilse de Ma’at sadece bir tanrıça değil, yaratılmış evrenin düzenleyici ilkesi ve varoluşun tasarımını mümkün kılan yasa olarak kabul edilir ve bu yasa, firavundan sade vatandaşa kadar, hatta tanrılar dahil herkes için geçerlidir. İnanışa göre; bir ruh Osiris’in karşısına çıkmasını sağlayacak yoldaki tüm tehlikeleri atlatınca Tanrı Anubis’in rehberliğinde İki Hakikat Sarayı’na girerdi. Orada 42 yargıcın önüne çıkarak nihai hüküm sürecinden geçerdi. Bu süreçte işlediği günahlar bir liste halinde yüzüne okunur, ardından Anubis ölünün yüreğini terazinin bir kefesine koyardı. Terazinin diğer kefesinde ya Ma’at oturur ya da onun tüyü dururdu. Terazi dengedeyse Thoth ölünün “doğru sözlü” olduğunu bildirir, ruhu Ölüler Diyarı’na alınırdı.

Adaleti çalınmış bu dünyada  adalet yerine hukuk icad edilmiş  Ma’at’ın kanatları yolunmuş, onun yerine güçlünün sözünün hüküm kılındığı akbabalar türemiş .Anubis’in İki Hakikat Sarayı yerine  zorbaların ihtişamlı korunakları geçmiş. Daha kötüsü adalete olan inancımızı yitirmişiz.

Nazım bir şiirinde

“Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden aldıkları umut!
Dünya adaletsiz çocuk!
Dünya zorba.
Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.
Bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle, Bahara kalmaz, gelirim yanına.”diyor.

Eşitleneceğimiz kıyamın  şerefine, o günün umuduna içimizdeki insanı öldürmeden , insani olan her şeye sahip çıkarak ve onu başkalaştırmadan yapalım. Erdem haline getirdiğimiz her şey bizden koparılmış bir parçadır. Geri istemeyi de almayı da bilelim.Yoksa Firavunların adaletini onların akbabaları sağlayacak.

ÇOCUKLARINI YİYEN SATÜRN

ÇOCUKLARINI YİYEN SATÜRN

Zamanın kendisi dışındaki her şey üzerindeki hükmü su götürmez. Dev taşlı bir değirmen gibi kendine sıkışmış her şeyi öğütüp un ufak eder.Bütün zamanlara hükmedemese de insan kimi anlarda bu değirmenin ucundan kıyısından kurtulmayı başaran ve zamanı tarihe döndürebilen  ender tanrısal bir varlık.  Tanrısal çünkü yaratma edimine sahip.
Zaman mitolojilerde önce Kronos  ismini almış, bugün kökünü bir çok yerde bulduğumuz bu sözcük  pagan tanrılarının en belalısına işaret ediyor.; her şeyi yutan zamana . Kronos’un, annesi Gaia tarafından eline verildiği çelik tırpanla babası Uranos’un hayalarını kesmesi, tanrı kuşakları arasında yaşanılan çekişmenin ilk aşamasıdır. (Azrail simgesi ) Hesiodos’un anlattığı Çağlar Efsanesi Kronos ile ilişkili olarak özellikle Roma‘da tutunmuş ve Saturnus Çağı üstündeki efsaneler, birçok şairi etkilemiştir.Haftanın günlerinden Saturday(Cumartesi) ve Güneş Sisteminin Güneş’e yakınlık sırasına göre 6. gezegeni ismini ondan alır
.Büyük ressam Goya’nın sanatla dehşeti buluşturduğu tablosu

Çocuklarını Yiyen Satürn ya da kısaca Satürn (İspanyolca Saturno devorando a un hijo), İspanyol ressam Goya‘nın, Sağırın Beşi (Quinta del Sordo) adıyla bilinen evinin iki katındaki duvar sıvasına, dekorasyon amacıyla yağlı boya ile çizdiği 14 tablodan oluşan ve Kara Resimler olarak adlandırılan duvar resmi serisine ait bir tablodur. Serinin geri kalanıyla birlikte 1819 – 1823 yılları arasında çizilmiştir. Resimde Yunan tanrısı Kronos‘un (başlıkta Roma karşılığı olan Satürn ismi kullanılmıştır), kendi yerine geçmelerinden korktuğu çocuklarını doğumlarının hemen ardından yiyerek öldürmesi anlatılır. Goya’nın ölümünden sonra tuvale aktarılan resim, Madrid‘deki Prado Müzesi‘nde sergilenmektedir.) bu mitolojik hikayenin karanlık çağlardan bize sızması bile baba ile çocuk arasında süren büyük iktidar kavgasının hala devam ettiğidir. 

Kaynaklarda geçen mite göre  Satürn’ün çocuklarından biri, kendisinin babası Caelus‘un yerine geçtiği gibi, Satürn’ün yerine geçecekti ve tanrı Satürn  bunu biliyordu. Satürn bunu engellemek için bütün çocuklarını doğar doğmaz yiyordu.(ah hikaye çok tanıdık değil mi Musa) Karısı Ops Satürn’e ihanet etti ve altıncı oğlu Jüpiter‘i Girit‘te saklayıp, Satürn’ü kundağa sarılmış bir taş ile kandırdı. Sonunda kehanet doğru çıktı ve Jüpiter babası Satürn’ün yerine geçti.
Jüpiter hem Roma mitolojisinde büyük bir tanrıdır hem de  Sümerlerde. Sümer tanrılarının en büyüğü Marduk Jupiter’le, Jupiter Zeus’la aynı kaderi paylaşır.
(Roma mitolojisi‘nde Jüpiter, Yunan mitolojisi‘nde tanrıların en güçlülerinin başında gelen Zeus ile denktir. Etrüks mitolojisi‘nde ise Tinia olarak bilinir. Jüpiter, Optimus Maximus yani ”En Yüce, En Büyük” olarak anılır. Bu tanrı Roma mitolojisinde  kanun ve toplumsal düzenden sorumludur. Romalılarda ataerkil yapı olduğu için Jüpiter baba figürüdür. Hıristiyanlığı da etkileyen bir düşünce olarak adlandırılır. Mezopotamya’da Jüpiter gezegeni, Neberu adı ile anılır. Tanrı Marduk ile bağlantılıdır. Babil‘in en büyük tanrısı ve Eski Sümer tanrısı Enlil’e denk kabul edilmelidir. Asurlularda Aşur’a eşittir.)
Bütün bu insanlık deneyimleri   bize ne aktarır dersiniz?
Mitolojide ufak da olsa insanlığın geçirdiği evrelerden bir doku varsa – ki olmalı- çocuklarını yiyen Satürn bize ne anlatmaktadır?
Kişisel olarak,  kendini statükoya teslim etmiş, gelenekselleşmiş ve sürekli-mutlak iktidarın; değişim isteyenlerin, sürekliliğin  ve geleceğin karşısında uğrayacakları yenilgiden başka bir şey görmüyorum.
Hangi çağda ve hangi toplumda olursa olsun kendini dünün efendisi gören  anlayışlar, kişiler iktidar odakları ; her çocuğu öldürseler de  her yeni fikri diri diri gömseler de tarihin ilerleme isteği ve insanın tarih yapıcılığı karşısında direnememişler , direnemiyorlar.
İktidarlarını sonsuz ve mutlak sananlar kendi devirleri geçip parlaklıkları kaybolduğunda karanlığın içinde sessiz sedasız sönüp gidiyorlar.
Kendini tanrı sananlar bile toplumun aklı ve ahlakıyla yarattıkları yeni tanrılar tarafından  tahtan indiriliyorlar.
Zorbalıkları, güçleri, etkileri, çoğunluk olmaları hiç fark etmiyor.
Sonunda başka bir ışığın etkisinde eriyip gidiyorlar.

Çocuklarını yiyen Satürn , kendi çocuğu tarafından geride bırakılıyor. geçmişte kalıyor.

Güce tapar ahmaklarsa eski Tanrı’larını çarçabuk bir kenara atarak kendilerine yeni Tanrı’lar ediniyorlar.

Bize zamanı tarihe çeviren insan gerek.

Çocuklarını yemeyen,onları olağan akıla bırakan; birbirini yalanlamayan, yok etmeyen Tanrı’lar gerek.

Bize tanrısal olandan sıyrılmış insan gerek
Her şey  zamanı tarihe çevirecek insanların ellerinde . 

CENNETİN IŞIĞI VE NASA

CENNETİN IŞIĞI VE NASA 
Nasa yeni bir projesini tanıttı : Orion.
Orion (uzay aracı) NASA’nın çok amaçlı uzay yolculukları için tasarlamakta ve denemekte olduğu yeni nesil mürettebat aracıdır. Uzayın bundan  sonraki fatihi olacak aracın ismi öteki Nasa araçları gibi manidar.

Kadınlarla başı derde giren  (güzel yüzlü olduğu ve içkiye düşkünlüğü yüzünden olsa gerek) ve filmlerde defalarca işlenen müthiş bir aşk öyküsünün baş kahramanı olmanın dışında da şifreler saklıyor Orion ismi. Ancak şimdilik bilinen hikayelerini dinlemekle yetinelim. Ne de olsa Pısa sınavından ilk elliye girememiş bir ülkenin evlatları olarak hikayenin daha yumuşak daha görünür ve elbette daha bilimden uzak kısmı bizi ilgilendiriyor.

Orion, mitolojide oldukça eski ve köklü bir takım yıldızıdır. Sümerler tarafından Uru-anna ya da cennetin ışığı olarak kabul edilirdi. Ayrıca büyük Sümer kahramanı Gilgamesh olarak da bilinir.  Hindistan’da ise Orion takım yıldızı Zaman-Adamı anlamına gelen Kal-Purush olarak bilinir. Yunan  mitolojisindeki bir öyküye  göre Orion, bir akrep tarafından topuğundan sokularak öldürülmüştür.  Burada akrep, Scorpio (Akrep) takım yıldızı olarak bilinir. Gökte birbirini izleyen bu takım yıldızları bir arada bulunmaz; biri doğarken biri batar, mitolojik hikayede Akrebin Orion’u öldürmesi de bu yüzdendir. Ancak bu ölüm hikayesinin daha trajik bir biçimi de vardır. 

Orion ve av tanrıçası Artemis birbirini seviyorlardır. Ancak Artemisin erkek kardeşi Apollon bu evliliğe karşı çıkmaktadır. Apollon, Artemise kötü bir oyun oynar, bir gün Artemisle denizde çok uzakta görünen bir karaltıyı vurup vuramayacağı konusunda iddiaya girmiştir. Artemis, tek atışta hedefi kolaylıkla vurmuştur. Ancak, vurduğu hedefin nişanlısı Orion olduğunu öğrenince acı içinde kalmıştır.  Bu olaydan sonra Ay tanrıçası Artemis yaşama olan bağlılığını kaybetmiş ve içindeki acıyı dindirememişti.Denir ki ay bu acıdan dolayı soğuk, yalnız ve yaşanılması imkansız bir yerdir.   Artemis, Orionun bedenini gümüşten yapılmış Ay arabasına koyarak kendi elleriyle gökyüzüne taşımıştır.

Yine de Nasa gibi bir kurumun biz  “seyredenleri”  etkileyecek başka bir nedeni  olmalı .

Bu fikrin köklerini bulmak için coğrafyayı biraz değiştirmek Roma ve Antik Yunan’dan  zaman olarak biraz geriye mekan olarak da biraz aşağıya gitmek gerekiyor.  Mısır ve Mezopotamya arasında kalan bölgede bu yıldız kümesinin anlamı daha derin. İnanışa göre Gök Tanrıçası Nut, Osiris ile Seth adlı iki erkek tanrıyla, İsis ve Nephthys adlı iki kardeşi dünyaya getirir. Osiris, hem tanrı hem de insan olduğu için Mısır’ın ilk kralı olmuş, kız kardeşi İsis de onun eşi olmuştur. Osiris iyi bir yönetimle, insanlara bilimin ve uygarlığın sanatlarını öğretmiş, Mısır’ı zenginleştirmiştir. Ancak, kralın kardeşi Seth bir komplo kurarak, onu öldürür. Vücudunu parça parça doğrar ve Mısır’ın dört bir yanına saçar.  Ancak İsis kendi sihir gücüyle kocasının vücudunun parçalarını gizlice toplar; bir araya getirip Osiris’in vücudunu yeniden oluşturur, böylece ilk mumyayı yapmış olur.  İsis, yeniden hayata dönen Osiris ile cinsel ilişkiye girerek hamile kalır. Osiris, kendisi için geçici ve kısa süreli bu olaydan sonra, bir yıldız varlık haline dönüşür. İnanışa göre, Orion Takım yıldızı böyle oluşur.

Yine Mısır’da  Keops ve Kefren isimli dev piramitleri ile beraber bu piramitlerin tepe noktalarından geçen eksenden az kaçık şekilde inşa edilmiş küçük Mikerinos piramitleri Orion ile  ilişkilendirilmektedi   Mikerinost kendi başına alındığında hiç de küçük değildir, fakat diğer iki dev piramidin yanında cüceleşmektedir. Yani iki büyük piramit ve yanlarında bir küçük piramit vardır.  Orion takım yıldızı kuşağında iki tane parlak yıldız, bu iki yıldızı kesen eksenden az kaçık ve çok daha az parlak bir üçüncü yıldız yer alır. Piramilerin yerleşim planı ile bu yıldızların yerleşimi tamamen aynıdır. Ayrıca Mısır’ı ortadan ikiye bölen Nil Nehri ile gökyüzünü aynı şekilde ortadan ayıran Samanyolu, eski Mısır Gök dininde birbirleriyle ilişkilendirilmişlerdir. Ne ilginçtir ki Nil Nehri’nin bu piramitlere göre yeri ile Samanyolu’nun Orion takımyıldızına göre yeri aynı şekildedir.

Güzel matematik ama  hala kafamdaki neden sorusunu tatmin etmiş değilim. Çünkü Nasa’nın isim seçimlerinde hem daha çok bilime hem de mistik bir inanca gönderme gerekiyor.
İnanç olarak Sümerlerin “Cennetin Işığı” oldukça güzel bir neden .
Hatta buradaki öykü de Güneş sistemin ve Dünya’nın Orion bulutsusundan ortaya çıktığı da söylenen ilk yaratılışa atıfta bulunulabilir. Çünkü iddia odur ki yaşamın temel yapıtaşları bize oradan ulaşmıştır. Tesadüf cennetin ışığından yaşama dönen bir süreç .

Ortadoğu’da  insanlık tarihinin geçirdiği tüm evrimleri boşa çıkarıp bizden öncekilerin var ettiği her türlü bilgi ve birikimi yok sayarak birbirinin kanında boğulmaya devam eden bizlerin  yukarıdaki hikayelerle yetinmesi mümkün.  Biz Dünya ‘yı değiştiremeden bir Nuh gemisine binip bu dünyayı terk edecek olanların atası durumundaki Nasa ise bizden farklı olarak bilimi işin içine oturtmalı. Bilim olmadan yukarıdaki hikayelerin bir anlamı yok. Zaten görüldüğü gibi o hikayelerin de mutlak bilimsel bir alt yapısı var.

İnsanları Mars’a taşımayı hedefleyen bu uzay aracının yeni teknolojiye sahip plazma yakıtı kullanacağı belirtiliyor. Doğunun hikayeleri Batının biliminde hayat buluyor. Cennetin kapısını arayabilir mi ? Şüpheli .

Ama cennet demişken bir küçük hikaye daha anlatmak lazım. Hem bence bu hikaye bilmecenin en can alıcı noktası 🙂

8 KÖŞELİ YILDIZ

Kosova, Visoki Decani Manastırı’ndaki 1350 yılında yapılmış olan ‘İsa’nın Çarmıha Gerilişi’ isimli freskte sağ üstte görülen objeye yakından baktığımızda şaşırtıcı bir görüntüyle karşılaşırız. Uçan bir cismi andıran bu figürün üzerinde “8 köşeli yıldız” vardır. Şimdi diyeceksiniz ki sekiz yıldızlı  neyi temsil ediyor. Orionla ilgisi ne ? Orion takım yıldızı, Betelgeuse, Meissa, Bellatrix, Saiph, Rigel ve köprü yıldızlar Alnitak, Alnilam ve Mintaka isimleriyle toplamda 8 yıldızdan oluşur. Yıldızlar arasına çizgiler çekersek, 8 köşeli yıldızı andıran bir şekille karşılaşırız. Babil, Sümer ve diğer yıldız bilimci medeniyetler, Orion’u gözlemlerken, yıldızların yansıttığı ışık hüsmelerini, 8 köşesi olan bir şekil olarak yorumlamış ve zamanla Orion’u betimlemek adına 8 köşesi olan bir sembol yaratmış .

Süleyman’ın Anahtarı denilen ve el yazması Clavicula Salominis kitabında çizimi olan “rivayete göre de şeytanların kapısını aralayan” anahtarın Orion’ kümesinin benzerliği de inanılmazdır. Ve ne hikmetse o da 8 kolludur. (aşağıda)

Yani yedi kız kardeşi kovalayan avcı Orion’un 8’i her yerde duruyor. Hani ezoterizm takıntıları olanlar için de hikaye bitecek gibi değil .

Ama yeni yaşamı, İsa’yı  (babasız doğuş) dirilişi sembolize eden Orion takım yıldızının Mars’a gidişi  amaçlayan koloniyel tarzda bir yaşamı ön gören araca  ismini veriyor olmasının acıklı tarafı,  bizim gibi bilimden yalıtılmış toplumlarda biz cahillerin ancak bu aracın ismindeki gizemi ve bağlantıyı tartışabiliyor olmamızdır. Yani eloğlu (insanoğluna en yabancı sesleniş bu olsa gerek) kendi cennetini kendi yaratırken biz cenneti üfürerek aramak yolundayız.

Gönül isterdi ki ben de bilimle azıcık haşır neşir olaydım da bu araç Mars’a neden gidecek , hangi tip yakıtı ve motorları kullanacak, orada hangi yaşam ünitesine dahil olacak, Mars’a neden insanoğlu koloni kurmak istiyor, bu yeni yakıt modelli motorlar her yerde kullanılacak mı ? Ne kadar süre kalacaklar,Mars’a giden insanlar doğum vs gibi yaşam devamlılığını orada mı sağlayacak soruları sorsam ve bu sorulara yanıt verebilsem. Ama olmuyor, bizim bilimle ilişkimiz rivayetler üzerine .. öyle de kalacak gibi. 

Notlar

Sekiz köşeli yıldız her yerde ….

(Sol üstte görülen Babiller’e ait, M.Ö 12.yy’dan kalma taş oyma, Fransa, Paris, Louvre Müzesinde, sağ üstte, yine Babiller’e ait, M.Ö 2000 senesinden kalma kil plaka da New York, Metropolitan Müzesi’nde sergilenmektedir. Alttaki iki alçı mühürse Sümerler’e aittir ve Berlin Pergamon Müzesi’ndeler.

8 köşeli yıldız, aynı zamanda, ‘Kurtarıcı Sezarın Ruhu’nu temsil eden bir sembol haline dönüşmüştür ve tapınağın giriş kısmına asılmıştır. Yine aynı sembol, Constantine zamanında, Roma Askeri Kampının kapısına asılmıştır. Doğu Roma döneminden kalma alttaki paralar üzerinde, tıpkı Mezopotamya eserlerinde olduğu gibi, “hilal”le birlikte, 8 köşeli yıldızı ve Pleiades’in 7 yıldızını görürüz.

Orion yıldızı ve yanında kızkardeşler.