Etiket arşivi: hayat

Tutmak

Al, dedim ya sana yıldızları
suya düşmeden önce,
susup baktın ve anladım;
tutmak da bir esarettir
insan düşmek isteyince.

dedin ya, apartman gölgelerinde
neden pencere yok?
aydınlık hiç mi sızmaz perdelerden ?
akışkan bir su gibidir oysa ay
katar önüne ne varsa
sustum, dedin ki bu onay…
boyun eğmektir göz yanılgılarına
sonra ay ışığında ıslattın saçlarını
bir söğüt dalından suya indi kuşlar
ve bahar .

tut dedim sana yıldızları
karışmadan şavkına ayın
bir çocuk dilek tutmaya yeltenmeden
susup baktın…
anladım ne önemlidir ki
bir çocuğun dileğinden.

dedin ya, bak bu akşam üstünün kırmızısı
kanayan bir yara değil
mahcubiyeti yanaklarının.
bunu tut yüzünde,
unutma bu renktir yakışan insan tenine
sevindiğinde, üzüldüğünde…
sonra ellerini değdirdin suya
durgun nehirleri taşırdı parmakların
camlardaki damlalar kavuştu birbirine
sustum…
yağmur apartman gölgelerini ıslatıyordu
ve kapalıydı pencereleri.
göremedi insanlar damlaların birleştiğini.

anladım tutmak bir esarettir

Sarı Humma

içine sessizlik düşmüş lahitlerden
mezar hırsızları ne çalabilir ki…
bak soğuyor sarı sıcak taşlar
akşamın keskin soluk kılıcında.
bütün sabrımız suskunluğumuz
ne çok ihtiyacımız var oysa konuşmaya.

sen hangi yüzü seçersin kendine
hayretten başka.
hangi ses incitmeden
çağırır kendine.
neye bürünürse bürünsün
kanatır sonunda sözcük dediğin.
bu yüzden katlanır insanlar yalana
ne çok ihtiyacımız var oysa konuşmaya.
gelip konmuş gibi bir sarı humma
mahcup titrek bir sesle
ateşler içinde

7 Nar Tanesi/ Persophene

Dokundu, insan sıcak bir cehennemdir ve senin tenin

ateş tapar yapar  her günahkar eli.

kendi sesinden irkilmektir bizim yalnızlığımız

ve yedi nar tanesidir seninkinin kefareti.

Ağaçlar  meyveleriyle göç eder,  çiçekler gebe bırakır rüzgarları

oysa bir erkek bir kadının içinde can bulur sadece

ve bir kadın bütün yıldızların katilidir o gece. ..

 

Dokundu, tanrılarını kilden yapardı  insanoğlu

sonra tanrılar onu çamurdan yarattı , oysa senin ellerin

bir safran gibi siniyor bedenime, ruhuma ecel üflüyor.

Sana aşkı anlatmak isterdim ama bir köle nasıl rehber olur efendisine

bir damlanın okyanustaki hükmü nedir?

iki  yakut üzüm tanesi,  ezberletiyor adlarını dünya zevklerinin

ağzıma doluyor göğüslerindeki zehir

ve ufalanıyor kilden yapılmış tanrılar dişlerimin arasında…

 

Dokundu,    bir  “cehennem nehrinde ” yıkadı bedenimi

bir yanardağ eteğinde yaşıyordu, sülfür kokuyordu nefesi

demirini çaldı toprağın ve zırhını giyindi ta topuklarına kadar.

Bir ölü bedeni gibi kaskatı giyindi zırhını

Delip yeryüzünü boy verince bahar

Çıplaktı ve senin dudakların bin çiçeğin kırmızısını işledi

İnçe bir kılıçla delik deşik edilmiş gibi…

Yedi nar tanesi senin kefaretin; oysa benim ruhum bir efsunun esiriydi.
Dokundu,  insan korkar aydınlıktan; çünkü göz kapakları var

Koynuna saklandığı gece sonra icat edildi ,

sonra taş üstüne taş koyarak yaptılar tapınakları

deniz tuzundan imbiklenmiş ter  içinde yüzüyorduk

ve senin ellerin benim bedenimin en güzel adası

Senin sesin benimkinin yankısı

Başka sözcüklerle dölleniyor ve değişiyor anlamı

Yedi nar tanesi senin kefaretin; oysa benim ruhum bir efsunun esiri.

Nasırlı Ankebut

Gökkuşağını mülk edindi kendine,  en çok da sarıyı
Bir zengindi bir fakir, bir vardı ve bir yoktu  çokça da yoktu.
başkasının  ellerinden bulaştı ona  nasır,  bütün ırgatlığı budur
bir de bir çöl günü kadar sıcak, gecesi kadar soğuktu…
yalnızlığına kurulmuş, rüzgar avlayan bir ankebuttu;

Bir örümceğin ıslak ağzından örüldü , kaç defa yırtıldığı yerden.
Ne zaman uyusa geceyi çalıyorlardı üstünden,  bazen de sadece yıldızları.
Bakarken gözleri ışıklanırdı, bir tanış evi sayardı yıldızları.
Tacirler gördü, ona sinek taşıyan deve kervanlarına sevindi
çarmıhta Mesihler, put severler, put yıkarlar gördü
gördü insan pazarlarını ve tüm ertesilerini…

Yırtıldığı yerden ördü kendini nasırlı bir ankebuttu
aldanmışlar için ipekli bir tabuttu.
Gökkuşağını mülk edindi kendine bir de kardeş saydı güvercinleri
gittiler bir gün kanatlarını rüzgara salarak
bekledi zeytin dallarından yuvalarını; ama o güvercinler bir daha dönmedi.
bakire meryemden çok sinek doğuran leşleri severdi
en çok da insan ölülerini.

bunlar dedi kendi kendine bozguncudurlar, elleriyle yıkarlar kendi evlerini.
kuyuya Yusuf’u bunlar attılar, bunlar bıraktı ateşe İbrahim’i…
Bir güneş salımı kadar döndü ve büyüttü kendini