Bir ankebutun evi misafir öğüten bir değirmendir
yalnızlığını emer sarıp sekiz koluyla…
Tozlaşıp rüzgara bırakır kuruyup giden ne varsa.
ipekler beyaz ipekler; bir ankebutun evi
bir yalanın ışıltısı , bir yılanın zehridir.
Durdu ankebut ağının tam ortasında sözcükler titredi
rüzgara haykırılmış çığlıkları dinledi .
Senin unutkanlığın benim en büyük zaferim, dedi
çırpınıp duruyordu ağına bırakılmış söz,
eki kökü bir, parçalanmaz bir çaresizlikle.
Ankebut seslendi, duymuyorlar seni
duysalar da inanmazlar, kim bilmek ister ki gerçeği.
İçini boşalttı sözün, ne hoş şey dedi lakırdıyla karın doyurmak…
Bir ankebutun evi misafir öğüten bir değirmendir
Dedi, bütün dünya da öyle değil midir?
Senin yediğin de başkalarının cenazesi
Senin içtiğin de kanıdır kutsal saydığın ne varsa
hele dedi bir de korkuların kesilmiş bir şahdamardan kanarsa …
Uğultulara boğulur aklının fısıldadıkları
tanrının hükmüne karışır şeytanın yasakları .
Yağmur dindi, ördü gökyüzünü kesildiği yerden