Etiket arşivi: sanat

Medea

siyah, bir seyyah için silinmiş bir haritadır,

beni yıldızlı bir gök ile uğurla.

biliyorum, şaşıracağım yolumu yine de

belli belirsiz bir aşkla.

bazen gölgelenirim ve toprak

filizlendirir tohumlu bir afyonu kalbimden

diner acılarım belli ki aldanarak.

gece, aynaları öldürür

karanlık kusar, ta ki kırılana kadar.

beni yıldızlı bir gök ile uğurla,

en mahrem yerlerindeki ışıkla.

su hangi avuçtaysa onun denizidir,

bir damlada saklıdır o koca derya.

siyah, bir seyyah için silinmiş bir haritadır,

bana gökten bir mücevher kopar da ver

merhamet et, adımla çağır.

bu kirli bedeni ışığınla yıka

bir çamurdan yapılmıştır ve sürgün

yalnız aşkla katlanır yalnızlığa.

Gölgedeki

Bütün her şey

bir karanlıktan doğdu diyorlar

ışık da,

Bütün çöller bir denizden,

bütün bataklıklar

bir billur nehirden doğdu.

Adem’i bilmem ama

tanıdığım bütün erkekler

Bir kadından doğdu.

Annemin saçlarında gece

ağardı gün oldu.

Karımın gözlerinde deniz

göverdi bulut oldu.

Kızımın gülüşünde güneş

kırıldı gökkuşağı oldu.

Bütün her şey

bir karanlıktan doğdu diyorlar

renkler de.

Birbirine sarıla sarıla gölgeler

Büyük bir karanlık oldular.

Her şey karanlıktan doğdu diyorlar

Özgürlük de.

Uzak

Nihayet bitti.     

Bütün ağustoslar gereğinden kısadır

ama nihayet bitti.

Uzakta kaldı, geçmedi.

Ne de olsa geçmiş

Döner durur, bulur seni.

Nehirler düze inince

kıvrılır ya sancısından

İnsan da öyledir

Başkasına akamayınca.

Nihayet bitti .

Denizin suyuna ilişti .

Ama geçmedi,

Uzakta kaldı.

Bir göğe bir yıldız

ne kadar uzaksa.

Bütün ağustoslar gereğinden kısadır.

Ve kimi mektuplar

Başka bir mevsime açılır

Allı pullu zarfından.

rüzgar , bulut ve yağmur

kapında istemediğin ne varsa

başında.

Hani kopup gitsin,

savursun istersin seni

dönüp duran ne varsa

oysa bırakmaz

aynı yere dönersin

Nihayet bitti

ama geçmedi

Uzakta kaldı .

Yakın

İnsan kaç kez yanılır?
Kaç kez umut etmişse…

rüzgar solgun çiçekleri takıyor saçına
açılmamış kapılar, yürünmemiş yollar
küflenmiş ekmekler, çürümüş sular
ne varsa bırakıyor pencereme.
bir ara ucuz bir gök alıyorum
gündüz güneşsiz, gece yıldızsız
sarhoş da etmiyor, baş da döndürmüyor .
Sonra onu bir eskiciye veriyorum
tezgahında lanetli bir geçmiş satıyor.
ah bu yer çekimi kaldırmıyor düşen çocukları
ha bire saklambaç oynuyor …

kaç kafesten kaçtı yüzün?
kaç kez unutulup gittiyse.

yağmur sarnıçlarda birikiyor,
oysa akıp gitmek için kıvranıyor görüyorum.
Bir bıçakla kessem bileklerimi
köpürecek kanım gibi,
bir elimi diğerinden saklıyorum…
en son hangi soruyu sordun kendine?
yerden kibarca bir yanıt alıyorum,
hemen küsüveren çiçekler gibi,
Kirlenmiş gölgeleri gün ışığında yıkıyorum.
Arkalarına kaldırımlar, denizler, yollar,
çimenler, çiçek bahçeleri koyuyorum.
yine de yitip gidiyorlar,
kimseyi rahat ettiremiyorum.

İnsan kaç kez yenilir?
Yaşadığı güne yakın …

Bırakılmış Tutunmalar

Deniz mevsimidir ve insan duramaz karasında
bilir ki gitse de aynı kalır ay kokusu
bulut tortusu ve gölgeleri insanların…
Unutması öyle kolaydır işte
kendini yok sayıp başkalarını hatırlayanların .

Bir martı say kendini
dalgaların beyaz köpüğünden doğmuşsun
ayaklarında sarı perdeler,
kayıp duruyorsun çatıların kiremitlerinde
ya mavi sulardan sürgün
ya da tutunmayı bırakmışsın
Yaşayıp gidiyorsun
Kolaylığında bu büyük çöplüğün.

Deniz mevsimidir;
Gece bir fener alayı ile karşılar seni
Ayla birlikte söner
Dünde seni alıkoyan,
Deniz mevsimidir
çürütmez kendini, yarasına tuz basan .

Düşmüşsen kovanına bal taşıyan
arıların köleliğine
bırakıp bin çiçekli cenneti
dönersin bal mumundan cehennemine.

Deniz mevsimidir;
ve seni çırılçıplak beklemektedir
şarabın seraba dönen tadı
gözlerin şafak kırmızısı
unutmak
biraz da bu yangından arta kalmaktır.

Endişe

Bak bu aklındaki küçük yalanlar denizidir,
Mutlulukla söylenmiştir daha çok ;
mavi atlası, pürüzsüz bir endişenin
ince bir yürek işçiliğidir.

bu aklındaki küçük yalanlar denizidir;
suyunun aynasında eğip büker,
başka birine çevirir  kendine düşen yüzü.
bırakılıp gidilmiş sûretler;
beğenilmemiş, yağmurla lekelenmiş yüzler
birbirini kıran deniz kabukları gibidir.
hepsinin sedefinde bir şark çıbanı gizlidir.

bu aklındaki küçük yalanlar denizidir;
yıldızlı gecelerden karanlık içer,
susayıp durmaktadır, çünkü endişe
yeni yalanlara tutunarak dolaşmak ister.
kaç kez geldim
kaç kez bıraktım avuç içlerimdeki teri,
ah bu deniz geceyi içer gibi içti beni.

Bu aklındaki küçük yalanlar denizidir,
beyaz bulutlar, beyaz kanatlar, beyaz yelkenler
ve beyaz yalanlar altında gizlenir.

Süt Buğusu

Herkes başkasına verebilse keşke
kullanmadığı sözcükleri.
Kadim çamurdan tüten süt buğusu dışında,
Bulsa ve yitirmese kardeşliği.

herkes başkasına verebilse keşke
kullanmadığı sözcükleri.
öyle ödünç falan da değil.
geri istememek üzere bir daha .
Fısıldanmış gibi rüzgara..
Herkes bir kuş kadar bilse
konduğun dal senin değil,
kışa dayanmıyor yaptığın yuva.

Bütün gecelerden uyandırır bizi
bilse herkes keşke
aynı süt buğusu tüten burnumuzda,
O kadim çamur aynı maya.

Tâun

Erikler bu sabah çiçek açmıştı ve kediler
çiçekten örtüsü altında eriklerin çiftleştiler.
hava öyle güzel öyle güzel ki hayat korkunç güzel.

Gök damarlarımdaki maviye kesmişti, rüzgar ılık
Kuşlara gök yetmiyordu; arsızlık, haylazlık
Ne derseniz deyin hayat korkunç güzel.

Tezgahlarda balık ölüleri, allı pullu takılar
bahçemde taşı delen karıncalar
Yeni yeni gün yüzü görmüştü, hayat korkunç güzel.

Yıldızlar sabitti, gezegenler başı bozuk
gece bütün ışığını kucaklayıp getirmişti
Dört dönüyordu evren tepemde, hayat korkunç güzel.

Mumyalanmış bütün kadavraların yüzü gülüyordu,
Temiz çamaşırları vardı, miski amber kokuyorlardı
Fakat felaket korkuyorlardı, hayat korkunç güzel.

Kalpleri mühürlenmiş, dilleri laldi; ateş yalamış
şarap içmişlerdi, zamansız öpüşür tenhada sevişirlerdi
Tenleri bir çiçek gibi soluyordu, hayat korkunç güzel.

Gece sabahla, karanlık ışıkla, ölüm yaşamla besleniyordu
Kim bilir hangisi diğerini doğuruyordu
Bir kadının rahminde geldim dünyaya
hayat korkunç güzel.

Eğik Zaman

Kendini neşreyler, bahara erişen çiçek
Kendine gül edinir, cemreye kavuşan diken
Ah, kendine kanamaz akıp giden su.
Nasıl da ateş yiyicidir, dalında yediveren
nasıl da semah eder günebakanlar
Ah, kendini anlatamaz girdabında su.
Böyle büke büke eğik bir zamana dönüyor hayat
Sonra pay ediliyor yeryüzünün bütün çocuklarına.
Sözüm yalnız yüzlerin aynası olsa kırılsa, ufalansa
Bir kuş sürüsünün gagasında kanatlanıp havalansa
Ah, belki bir duaya denktir bu.
Eğik zaman,
Döndürüp durur seni geriye
Nefesin soğuyup boşluğa düştüğünde
Ve nerden okursan aynıdır Sus da Ses de.