Etiket arşivi: Styks : Cehennem Nehri

Şölen

insan yeniden doğacaksa
şöleni ay yürüyen bir gecede yapılır
çıplak ve bundan utanmayarak;
uğultusuna kapılır
ateşi harlayan rüzgarın .

insan yeniden doğacaksa
yeryüzüne geri verecek çeliğini
göğe bulutunu,  taş yataklara suyunu…
çiçeklerden taç yapacak kendine
ama unutacak kral olduğunu.

insan yeniden doğacaksa
ellerim diyecek
nasıl da beziyor dört bir yanı
usanmadan vazgeçmeden
ve katarak yanına başkalarını
olacak kendisinin tanrısı .

insan yeniden doğacaksa
kederli geçmişinden doğacak
ve o gürbüz insanı
bu sıska doğuracak.

Sunak

sabah,  göğüs kafesinde beyaz bir güvercin
kanat çırpıyor,  yerleşiyor göğe güneş diye .
bir bir açılıyor perdeleri evlerin
sokağa ilk adımlarını atıyor, şehir kedileri
biri bir sigara yakıyor, çekiyor yıldız parlatır gibi .
sabah, mor bir akşamdan uyanıyor.
ıslak topraktan yükseliyor bulut göğe
gün nisana dönüyor,  bir sisin ardından geliyor,
çocuklar gölgesini düşürdüğü yere.

sabah,  göğüs kafesinde beyaz bir güvercin
içimizde akşamdan yanan kandiller sönüyor.
tütüyor düşlediklerimiz gözümüzün ucunda
geçmiş bir sunakta uzanmış yatıyor.
İbrahim şüpheleriyle biliyor bıçağını
bütün sabahları kızıllığa boyuyor
upuzun uzanmış sunağa
dün, anımsandığı andan kanıyor ;
usulca öpüyor beyaza kestiği yerden
doğurduğunu öldürüyor, öldürdüğünü emziriyor
ağulu bir süt akıyor memelerinden .

sabah,  göğüs kafesinde beyaz bir güvercin
günahlar ne çabuk,  ne tez işleniyor
eskiyor belki de bunun için
ve belki de bunun için kendini hatırlatıyor .
göçebe ağaçlar çiçekleniyor; yürüyorlar bahara doğru
beyaz teninde ayva tüyleri sararıyor.
bir sunakta buluyoruz kendimizi
ne zaman dokunsak birbirimize;
birimiz İbrahim oluyor
ve bizi durduramıyor hiçbir vesvese .

 

Suretler

Gümüş bir tenhalık kol geziyor,
gölgeler mezar taşı, suretler yabancı.
Farzet ki, kara bir deniz kıyısındayız;
dalgalar kendine yeniliyor,
gök gürültüsüyle düşüyorlar kırıldıkları yere.

gümüş bir tenhalık kol geziyor,
en çok özlediğime benziyor,
kaybolup gidenler.
vedalar için sözcük icad edenler.
Ellerimdeki kanı yıkıyorum,
bütün hicaplarımdan kurtuluyorum .

Gümüş bir tenhalık kol geziyor,
odun topluyorlar, sel sonrasında
dere yataklarında, çayı sobada demleyenler .
güpegündüz bir karanlık çöküyor,
kendimi ona gizliyorum.
kuru bir dal gibi kırgınlıklarımı bırakıyorum .

Gümüş bir tenhalık kol geziyor,
sende bir tüccarın zehirli dili,
bana umutlar pazarlıyor;
Biliyorum inandığınla seni kandırıyor,
dizginliyor,zaptediyor bu at terbiyecisi.
çekiyorum damarlarımdan tüm zehrini,
bir başkasına tükürüyorum.

Gümüş bir tenhalık kol geziyor,
suretleri yağmur kuşları taşıyor,
uçlarından tutup koynuma.
Gözlerimi bu yağmurdan arındırmalıyım.
Cebime koyuyorum bırakıp gidemediklerimi,
gerisini talan ediyorum .

bermutad/alışılagelmiş

yapraklar döküldü, sesi düştü ağaçların
artık rüzgarda bir kırbaç ince dallar,
dün senin olmuş, çalınmış yarınların
ve bir köşede usulca ölüvermiş sonbahar.
ikilemde kalmışsın, kararsızmışsın
kendine seçememişsin bir başka kendi
hiç birine aldırmamış geçip gitmiş zaman
şimdikisi, rivayeti , hikayesi ….

sen gebe kalmışsın, düşük yapmışsın
içinde bir çocuk ölmüş,
alışmışsın yaralarının acısına
alıştıklarını da alıp götürmüş zaman
üstelik kaybettiğini de anlamadan …

kırılmışsın; her bir parçan birinde kalmış
ince parmaklı bir kadın,  bir çiçek gibi
seni bir kitap arasında saklamış
onu da rüzgara katmış  zaman
kitapta bir leke kalmış kanayan …

sen hayret etmişsin gördüğün güzelliklere
yeni doğan güne, akşamın renklerine
yaşama inanmışsın, özenmişsin
hepsini  alışılagelmiş kılmış  zaman
mucizeler olmuş sıradan …

 

keşfetmek

ben kimin yansımasıyım, suyu köpürmüş kıyılarda
kim bakıyor içime doğru gözleri  gayya kuyusu
nihayetinde bir cehennemdir kendini başkalarında keşfetmek
bütün ıssızlıkların arasında  durur  ben kimim sorusu .

ben kimin yansımasıyım
ve beni bu ıssız adaya kim bıraktı fırtınalı bir gecede
kuşların rüzgara eğildiği kayalıkların
yıkılıp çöle dönmüş uygarlıkların
ve sahipsiz uçurtmaların arasında
zamanı kesmekte bir  Zu’l-Karneyn kılıcı
ve ben kaderimi bağlamaktayım yeniden
eskiyip kopan yerlerinden.

burdan ötesi  yitirdiklerimin , burdan ötesi erişemediklerimin
burdan ötesi ben,
ben kimin yansımasıyım
kim bakıyor içime gözleri birer gayya kuyusu ,
sözcükleri hep tereddüt, anılarında hep bir yalan kuşkusu .

keşfetmek ,
kendindeki boşlukları sessizlikle geçiştirmek
ve başkasının sesiyle haykırmaktır
ben kimin yankısıyım ?

şurda bir ev, hemen içimde şuracıkta
pencereleri örülmüş taşlarla,
bütün yolları düğümlemişler kapısında,
gözlerinin üstüne para konulmuş bir ceset gibi yatmaktayım
ben kimin alacakaranlığıyım ?

keşfetmek ,
nihayetinde kendinle tanışmaktır
ve göktaşlarını yıldızlardan ayırmaktır
ve ateşi ışıktan
ve suyu tuzundan.
keşfetmek
başkalarından arta kalmaktır
ve dünden
ve şimdiden
ve yarından

başlangıç

bahçedeki erik ağacının kasımda kestiler kollarını
büyürmüş bahara daha gür; bilmiyor ama bunu kuşlar
nasıl da telaşlıydılar…

kaldırdım başımı bütün ağaçlar çırılçıplaktı
kanayan gövdelerine zift sürdü işçiler
ve dallarını bir çöp kamyonuna yüklediler.

bahçedeki erik ağacının kasımda kestiler kollarını
kuşlar nasıl da telaşlıydılar;
anlattım onlara daha da gür çıkacak bahara
anlattım,  hep böyle acılıdır başlangıçlar .

 

 

 

 

İlişmek

salınıp duruyor bir damla bulutunun ucunda
bir köşeye ilişsem ıslanmasam
bende bir düşme korkusu,
ayrıklıklar içinden sıyrılsam
tutunsam,
körün sopasına tutulduğu gibi tutunsam .

salınıp duruyor rüzgarda bir damla;
havada bir toprak kokusu,
göçlerin arasından geçiyor, kuşların kanatlarından
balıkçıların barınaklarından,
alazı yakılmış tarlalardan,
kar inmiş dağlardan ….
yitip gitmiş  bir damla bulutunun ucundan
düşemiyor;
gökkapayanlardan, şemsiyelerden,  asfalttan…

saçlarımda bir yağmur tanesi
reddettiklerimi cebimde taşıyorum
çakallar gibi saklıyorum hayatımın leşini
bende bir yitip gitme korkusu
bana tutunanları da bırakamıyorum…

ben cesaretini kutsuyorum
saçlarıma düşen yağmur damlasının …
nasıl da boşluğa bırakıyor kendini
salınıp durduğu bulutun ucundan …

ben ilişiyorum hayata,
yaşıyorum ucundan ucundan….

 

 

 

 

Demir Kelebek

korkuyor musun ?
meyveler ağulaştı, güller harlara bıraktı yerini;
bulutlar ağır, rüzgar nazlı ve yavaş yavaş
kanatır bu mevsim yaralı geçmişini.
Korkuyor musun ?

unuttukların senden çalınmış,
hatırladıkların
bir öykü kıvamında uydurma,
susup yeniden de yazıyorsun besbelli
irinsiz kabuk bağlamaz bir yara
genzini tıkayacak bir çürümeyle
bırak,  gömdüklerin mezarında rahat
unuttukların azaltsa da üzmez seni, bırak
korkuyor musun ?

sesine hırlama yapışmış bir kuduz köpek
gibi dinlemekten kendini;
korkuyor musun?
kozasına sıkışmış bir demir kelebek
gibi baş aşağı bir boşlukta
yitirmekten kendini .

kollarını bir değirmene kanat edememiş
ve iki taş arasında kendini öğütmüş ,
buğday tarlalarında
gülünecek bir korkuluk olmaktan
korkuyor musun ?
ben de senden korkuyorum.
çık içimden . çık…