Etiket arşivi: astronomi

daribu’l-mindel / ayna ve su

eğildi kumları avuçlarında süzerek
ve dedi ki neden su yoktu Yusuf’un kuyusunda…
insan aynaya bakınca görürmüş mucizeleri
yıldızlı bir kuyunun ağzına benzer
sırmalı camda asılı kalan sureti.

dinle, geçmişi herkes fısıldar sana
ve aynalarda asılıdır şimdi , oysa kim bilebilir geleceği.

ayna ve su
gelecek dediğin dünün avuntusu .

adımladı ve bozdu  ıslak sokaklardan şehrin yansımalarını
ışıkları çekip aldı bu kırık aynalardan
dedi ki Yakup ağlamadan da önce kördü
çocuklarını saran kötülüğü o ördü…

yağmur dindi, sular duruldu, bir ışık kavuştu diğerine
baktı ve dedi ki bir olmak ne büyük bir hediye.
kurtarmak kendini teklikten akıp suyun aynasına
karışmak suretlere …

su ve ayna
bir tohum sana neye benzeyeceğini söyler mi
bir kül bir yangına?
ve dedi ki bu çölde bir deniz kokusu var
bu yağmurda bir kuraklık saklı
hangi aynaya gizlendi terk edilmiş şehirlerdeki kalabalıklar
hangi su yüz çevirdi yatağından
hangi geçmiş kalmak için diretiyor şimdide

 

 

Hades’in Köpeği Kerberos ve Aptallık

Kerberos (Κέρβερος), Yunan mitolojisinde Yeraltı Ülkesinin tanrısı Hades’in üç başlı köpeğidir. Kerberosun görevi, hem yaşayanların Hades’in Ülkesine girememelerini hem de efsanevi Styx nehrinin ötesine geçerek bir kez Ölüler Ülkesine ayak basmış olan ruhların bir daha oradan dışarı çıkamamalarını sağlamaktır. Yarı yılan, yarı kadın canavar Ehidna ile ateş soluyan, yarı yılan devTyphon’dan türemiş olan korkunç köpek Kerberos, çoğu zaman tanrı Hades’le birlikte, onun ayaklarının dibinde tasvir edilir. Hesiodos,Teogoni’sinde Kerberos’un 50 başlı olduğunu söylemişse de sonradan Kerberos’un genellikle üç başlı olduğu kabul edilmiştir. Efsaneye göre, mitolojik kahraman Herakles’e (Herkül) verilen son görev, bu köpeği yakalayıp getirmekti. Herakles, Atina yakınlarındaki Eleusiskentine giderek orada inisiye olduğu Eleusis misterleri sayesinde canlı biri olarak Ölüler Ülkesine nasıl girebileceğini öğrendikten sonra Ölüler Ülkesi’ne girerek Kerberos’u oradan çıkarmayı başardı.

KERBEROS VE APTALLIK

Kerberos (Κέρβερος), Yunan mitolojisinde Yeraltı Ülkesinin tanrısı Hades’in üç başlı köpeğidir.Köpeğin üç kafası, kimilerine göre bugünü, geçmişi, geleceği, kimilerine göre ise bebeklik, gençlik ve yaşlılığı simgeler. Yunan mitolojisindeki akıl almaz olaylara rasyonel açıklamalar getirmeye çalışmış olan Paradoksçu Heraklit, efsanelerin geleneklerden kaynaklandığı inancıyla, Kerberos’un üç başlı olmasını, efsanevi köpeğin sürekli yanında gezdirdiği iki yavru köpeğin varlığına bağlamıştır. Kerberos’la “Asya çakalı” veya altın çakal denen çakal türü arasında bağlantı kuran kimi uzmanlar da çıkmıştır. Artık her neyse, anlaşılan o ki bu üç başlı köpek, mitlere bakacak olursak, korkunç iştahını sadece canlı veya taze et karşısında gösteriyor, böylece de ölmüşlere tamah etmiyordu.

Bizi ilgilendiren temel özelliği ise cehennem bekçisi olan bu  köpeğin temel görevi içerdekilerin dışarı çıkmasını, dışardakilerin de içeri girmesini engellemek olduğudur.

Bütün aklımıza rağmen başı sonu cehennem olan bu hominid  bin yılından çıkmamızı engelleyen bekçinin tıpkı mitolojide Hades’in cehennemini bekleyen Kerberos gibi üç başlı,  aç gözlü,  et düşkünü  Stultus (aptallar) olduğunu düşünüyorum.
İnsanlıktan ve insancıllıktan kopartılmış bu cehennemde hapis kalmamızın ve kapısından döne döne bu cehennemde yaşamamızın temel sebebi Stultusların tüm kapıları tutmuş olmasıdır.
Üstelik bu aptallık tıpkı Hades’in köpeği gibi canlı ve taze etlerin peşinde. Ceset olmuş, çürümüş ya da leş olmuş bedenler ( elbetteki ruhlar, akıllar) onu pek fazla ilgilendirmiyor. Avının peşinden koşmasını sağlayan temel unsur aptallıktan korkup kaçacak kadar canlı , akıllı ve yaşamperver olmanızdır.
Evet aptallık sizin yaşamla kurduğunuz o taze ilişkinin, sürekli yenilenen anlayışınızın düşmanıdır. Ve en berbat şeyi yapar, sizi de kendi cehenneminde aptallaştırır. Sizi de korkularla örülü bir dünyada hareketsiz, cansız bir ölü yapar. 
O cehenneme bir girenler bir daha çıkamaz. ..
(Dante, ünlü Cehennem’inde anlattığı hayali cehennem yolculuğunda kendisine rehberlik etmesi için şair Vergilius’u seçer. Vergilius’un yukarda bahsettiğimiz Aeneis epik şiirinde anlattığı Ölüler Ülkesi yolculuğunu hatırladığımızda bu seçimin hiç de keyfi olmadığını anlarız.
Dante’nin cehenneminde Kerberos, cehennemin üçüncü katında yedi ölümcül günahtan biri olan oburluk günahını işlemiş olmalarının korkunç cezasını çekmekte olan bahtsız ruhları gözetleyen, onları lime lime parçalayan bir canavar olarak tekrar karşımıza çıkar.)
Başkaları için köpeklik ve bekçilik yapan aptallara da, kendi içinizde kendi aptallıklarınız yüzünden içinizdeki insanı yiyip bitiren kuduz köpeğe de yüz vermeyin. Aptallar kişiliklerini sizin onlara gösterdiğiniz aynadan edinirler.

Yalancı Gezegenler

Yalancı Gezegenler / sahtenin parlaklığı

Gezegenler, uzayda parlayan yıldızlardan kolaylıkla ayırt edilebilir. Şöyle ki, Gezegenlerin ışıkları yıldızlar gibi kırpışmaz ışıkları atmosferden doğrudan doğruya gelir.

Yıldızların görülebilen bir karakteristik özelliği, onları Güneş Sisteminin beş gezegeni olan Merkür, Venüs, Mars ve Jüpiter ve Satürn’den ayırır. Gezegenler durgun bir ışıkla gözükürlerken, yıldızlar devamlı parıldarlar. Parıldama yıldızların Dünyaya olan mesâfelerinin uzaklığı ve atmosferin yoğunluğunun ortaya getirdiği bir olaydır. Bunun anlamı da yıldızların Dünyaya olan çok fazla uzaklıklarından dolayı büyük diskler hâlinde değil de çok küçük ışık kaynakları hâlinde görüldükleridir. Gezegenler Dünyaya yakın olduklarından disk hâlinde gözükürler. Atmosferdeki yoğunluk değişiklikleri yıldız ve Gezegenlerden gelen ışıkların kırılmasına ve yansımasına sebep olur, böylece parıltılı görüntüleri meydana getirmiş olurlar. Yıldızlar ışık kaynakları olduklarından parlıyor gözükürler. Gezegenler disk olduklarından üzerlerindeki noktaların parıltıları yok olur, duru bir ışığa sâhip olurlar. Ufukta gözüken gezegenlerse daha yoğun Atmosferle kaplı olduklarından parlar gibi gözükürler.

Bulutsuz bir gecede  berrak gökyüzüne bakan insanoğlu (elbette kızları da) muhteşem küçük ışık kaynaklarıyla karşı karşıya kalır. Hayranlıkla adlarını ve ne olduklarını bilmedikleri bu küçük nesnelere bakar dururlar. Binlerce yılın alışkanlığını yitirmiş olan insanoğlu gökyüzündeki bu cisimlerin ne olduğu konusunda bilgi sahibi değildir.
Oysa onlarca yıl önce göğe bakan biri kolaylıkla yıldız ve gezegenleri ayırt edebilir. Bunun yanında büyük yıldızların (büyüklük elbette göreceli ve yakınlıkla ilgili burada) ve gezegenlerin adlarını sayabilirdi.
Bugün kentin ışıkları içinde kaybolan gökyüzünde üçbeş yıldız ve iki üç gezegen ancak gözlerimize ulaşabiliyor. Topu topu 10 15 i geçmeyen sayılarına rağmen (inanın gerçek bir gökyüzünden Samanyolu’nu seyrediyorsanız yıldızların sayısı ve parlaklığı konusunda ürkersiniz) bizler hepsinden bihaber yaşayıp gidiyoruz.

       Astronomi ile bağlantısını günlük gazetelerdeki astrolojiye (burç atmasyonu) indirgemiş insanın da evrenden öğrenebileceği şeyler sınırlı elbet. 
         Asıl sorunumuz şehirli cehaletimiz. Bu konuda elimizdeki telefonlara iliştirilmiş epey güzel app var. Ancak ilgimizi çekmiyor. Şahsen birçok okulun sahip olduğu gözlemevlerine  revacın azlığına bakarak bile uzay ile insan arasındaki ilişkinin zayıfladığı gözlemlenebilir. Bu bile yaşadığımız aptal çağının üzerimizdeki evrimini gösterir.
Oysa insanoğlu temel anlayışını (insan merkezli evren ile evren merkezli insan görüşüne dönüş)  gökyüzündeki gözlemleri sonucu değiştirmiş ve büyük atılımını yapmıştır.
Bugün kenterleşmiş ve çevresindeki her şeye (başta kendi emeğine ve doğaya) yabancılaşmış insanın gafletine bakacağız.  Bu gaflet onun genel ahlakı hakkında da bize bilgi verecek . O zaman neden parıltılara gark olduğumuzda aldanmaya müsait olduğumuzu da daha iyi anlayacağız.

Sahte Işıklar

Gökyüzünde görmeye alışık olduğumuz o güzel gece manzarası içerisinde neler olduğunu düşündüğümüzde aklımıza öncelikli olarak yıldızlar, gezegenler ve bir de gecenin en parlak cismi, biricik uydumuz ay gelir. Oysa “yıldızlar” diye genellediğimiz parlak cisimlerin arasında başka türler de mevcut… Ayrıca çoğu zaman uçak, ya da daha spekülatif bir şekilde uçan daire olduğunu düşündüğümüz yapay ya da doğal başka cisimler de var.
Güneş haricinde (gece onu göremediğimiz için ) Ay en parlak cisim . Herkes bilir ki Ay güneş ışınlarını bir ayna gibi yansıtıyor. Yani ışığı sahte bir kaynak değil. Ay konusunda şaşırtıcı bir şey yok .
Gökyüzünde güneş sistemimizde yer alan beş gezegen çıplak gözle görülebiliyor (Jupiter, Venüs, Satürn, Merkür, Mars). Bu yüzden eski uygarlıklar, gezegenlerin gezegen olduklarını bilmezlerken, yıldızlardan ayrı olarak gezinip duran (gezegen ismi de buradan gelmiştir) bu beş gezegene tanrısal özellikler atfetmişler.
Sabit yıldızlara karşın, zincir tanımayan ve gökyüzünü boydan boya kesen hür yıldızlar yani seyyareler. İşte işin püf noktası-  ki bu arkadaşlar da tanrısal özellikleriyle tanınmalarına karşın ışık kaynağı değiller- gezegenler kendilerine yüklenen  hiçbir özelliğe sahip değillerr.

Onlar da zavallı ay gibi birer ayna. yani kendi ferleri yok. Güneşin ışıklarını yansıtmakla mükellef birer aynalar. Özgürlükleri de bize yakın ve bizim de içinde bulunduğumuz bir sistem içinde dönüp durmalarından ibaret . 
aslında özgür filan değiller . Evrenin temel fizik yasalarına uygun olarak güneşin etrafında dört dönmeye mecbur kılınmış arkadaşlar.  Ah büyük yanılgılar. 
Sahte ışıklarıyla bir modern kentlinin görüp ne kadar büyük bir yıldız dediği bu  gezegenler hilal yanına yıldız olarak bayraklara bile girmiştir. 
Birçok bayrakta ay ve yıldız olarak geçen ve kan üzerine birleştikleri iddia edilen ikiliden yıldız olanı gerçekte bir yıldız değil. (bizimkisinin kosava savaşında olduğu söyleniyor. o zaman Jüpiter)  .. Yıldız olmadıkları halde parlaklıklarının insanları aldattığı bu gezegenler  her zaman bir kutsiyet sağlamışlar kendilerine.
Sahte ışıkların sonunu bilim getirmiş. önce başka gezegenlerin de uydusu olduğunu yani her şeyin dünyanın çevresinde dönmediği bulunmuş, dünyanın foyası ortaya çıktıktan sonra diğer gezegenlerin fersiz yani kendinde ateşi olmayan basit aynalar olduğu anlaşılmış….. liste uzayıp gidiyor.
Amma lakin  çıkarılacak sonuç sahte ışıkların ahmak inandırıcılığından kurtulmak için bilgi gerek .Bilgisiz cehaletimizin her türlü öykü uyduracağını ve çoğunluğun aklıyla bu öykülerin gerçek sayılacağını aklınızdan çıkarmayın . O sahte ışıklara kanılarak uydurulan bir sürü öykünün sosyolojik etkisinden  kurtulamadık . kurtulamıyoruz.

Morepe Yıldızı ve Bir Yarım Kadın

Morepe Yıldızı ve Bir Yarım Kadın

Atlas hakkında epey hikaye üretiilmiş ve benzetme yapılmıştır. Bu yüzden Atlas hakkında yazmayacağım. Yeni hikayeler dinlemek ve günlük yaşantımızı renklendirecek yeni hayaller üretmek lazım. Üstelik Atlas bir erkek ve bu yedi kişilik takım yıldızının içinde sayılmaz. Yani ele alınancak konunun hiç değilse dişil olması gerekir ki öykünün adaleti sağlansın . Atlas’ın eşi Deniz Perisi Pleione ve 7 kızı Pleiadlar ( Su Perileri) (Pleiades veya Ülker) Atlas ile birlikte Zeus’a karşı savaştıkları için cezalandırılmışlar, gökyüzüne savrulmuşlar ve yıldız yapılmışlardır. Şu an da gökyüzünde Pleiades takımyıldızı olarak vardırlar.

Altısı tanrılarla evlenen bu kızlardan sadece Merope bir ölümlü ile evlendiği için utancından parlaklığını kaybetmiş ve bu yüzden bazen görünmez olmuştur.

Ülker veya Süreyya (M45, Yedi Kız Kardeş, Peren veya Pervin olarak da anılır, ing. The Pleiades) bir açık yıldız kümesidir. Boğa takımyıldızında (Taurus) bulunur (Yahudilerce kutsal olduğu kabul edilir). Dünya‘ya en yakın açık yıldız kümelerinden ve büyük ihtimalle de en ünlü ve çıplak göze en güzel görünenleridir. Ülker yıldız kümesinin yaklaşık 440 ışık yılı (135 parsek) uzaklıkta olduğu bilinmektedir.
Yıldız kümesinde son 100 milyon yıl içinde oluşmuş sıcak mavi yıldızlar başı çekmektedir. Astronomların hesaplarına göre Ülker yıldız kümesi gelecek yaklaşık 250 milyon yıl boyunca varlığını sürdürdükten sonra dağılacaktır

Ülker için kullanılan diğer önemli isimler:
Mitolojide Ülker, Boğa’nın omuzundaki bir damga biçimindedir. Boğa’nın boynuzları, Hyades‘den sola aşağıya Arabacı’ya doğru uzanır. Kümedeki yıldızların isimleri, Yunan mitolojisinde Atlas ve kızları Alcyone (Alsiyon ok.), MeropeElectraSteropeCelaeno (Selano ok.), Maia (Maya ok.) ve Taygete ile eşi Pleione‘ye ayrılmıştır. Burçları, ekinlerin olgunlaşma zamanı ve deniz mevsiminde görünürdü. Efsaneye göre, ZeusTitan‘larla olan savaşında, zaferi kazandıktan sonra, savaşta karşı tarafı tutan Atlas‘ı, yeri ve gökleri sırtında taşımaya mahkûm etmiş; giderek yeryüzü ve gökyüzü haritalarını içeren kitaplar, bu nedenle Atlas diye isimlendirilir olmuşlardır.
Atlas hakkında epey hikaye üretilmiş ve benzetme yapılmıştır. Bu yüzden Atlas hakkında yazmayacağım. Yeni hikayeler dinlemek ve günlük yaşantımızı renklendirecek yeni hayaller üretmek lazım. Üstelik Atlas bir erkek ve bu yedi kişilik takım yıldızının içinde sayılmaz. Yani ele alınancak konunun hiç değilse dişil olması gerekir ki öykünün adaleti sağlansın . Atlas’ın eşi Deniz Perisi Pleione ve 7 kızı Pleiadlar ( Su Perileri) (Pleiades veya Ülker) Atlas ile birlikte Zeus’a karşı savaştıkları için cezalandırılmışlar, gökyüzüne savrulmuşlar ve yıldız yapılmışlardır. Şu an da gökyüzünde Pleiades takımyıldızı olarak vardır.
Altısı tanrılarla evlenen bu kızlardan sadece Merope bir ölümlü ile evlendiği için utancından parlaklığını kaybetmiş ve bu yüzden bazan görünmez olmuştur.Denizcilerin denize açılmak için bekledikleri bu yedi kız kardeş göğe baktığınızda altı yıldızdan oluşan bir küme olarak görünüyor.
 Antik Yunan mitolojisine göre Orion, Poseidon’un oğludur. Her zaman köpeği ile gezen büyük bir avcıdır. Yakışıklılığı ve kadınlara düşkünlüğü ile ün salmıştır. Hera’yı kıskandıracak kadar güzel karısını kaybettikten sonra, misafir olduğu Oinopion’un kızı Merope’yi baştan çıkarmaya kalkışmıştı, Oinopion da bunun üzerine Orion’u kör ettiği söylenir.
Güzelliği ve baştan çıkarıcılığıyla ünlü olan Merope  Orion da dahil birçok tanrıyı reddetmiş ve anlatıcıların erkek egemen dünyasında bu yüzden kendine geniş yerler bulamamıştır. Gidip bir ölümlüye aşık olması nedeniyle (onun tercihlerinin yanlışlığını vurgulamak için ) kadiri parlak olmayan ve  yedi yıldızdan çıplak gözle görünemeyecek olan yıldıza adı verilmiştir.
Yarım kadın tartışmaları bana parlaklığı giderek azalmış ve gözle görünmez hale gelmiş Merope’yi hatırlattı. 12b77-orion_hyades_pleiades2
 

Avcı Orion’u reddederek bir ölümlüye aşık olmanın onurunu yaşayamayan ve kendi tercihleri yüzünden parlaklığı elinden alınan bu kadın,  erkek dünyasının anlatıcılarının sözcükleriyle de silinip gitmiştir. Tercihlerine sahip çıkan Merope’yi ne kadar karanlığa iterseniz itin onun öyküsü doğru tavrın nadirliği ve yalnızlığı içinde parıldıyor.
Bugün de  gücü, iktidarı, genel geçer doğruları tercih edecek ve bu yüzden methiye ve zenginliklere boğulacak altı kardeş bulmak mümkün. Ancak asıl değerli olan tüm bunları reddedip, kendi tercihlerini yaşamak isteyen ve güce taparlıktan çok doğruyu ararlığı  kaderi olarak seçen Morepeler bulmak oldukça zor.
Bugünün denizcilerine tavsiyem denize açıldıklarında göğe bakıp Ülker takımyıldızını arıyorlarsa ve yedinci kardeşi göremiyorlarsa akıllarına dünyanın her yerinde özgür iradelerini kullanan ve onurlarını her şeyden üstün tutan  kadınları hatırlasınlar. O zaman belki binlerce yıllık öykümüz değişir. Kim bilir?

Habil İle Kabil

HABİL ile KABİL

Habil ile Kabil kutsal kitaplarda yer etmiş en eski öykülerden biri. (Kabil (Musevi kaynaklarında KainKaynKayin)ile Habil (Musevi kaynaklarında Hevel), Tanah‘ta, Eski Ahit‘te, Kur’an‘da ve hadislerde bahsi geçen dini şahsiyetler. Kabil, Âdem ve Havva‘nın büyük, Habil ise küçük oğludur. Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürdüğüne ve tarihteki ilk katil olduğuna inanılır.)

 Ayrıntıları içinde oldukça farklı insani duygu ve durumu belirten bu öykü tümüyle bir insanlaşma sürecini anlatıyor. Kıyas, kıskançlık, fark,ayrım, şiddet, evlenme, evlat, ölüm, katil, gizlenme, aldanma, aldatma gibi bir  sürü konu başlığına eşlik edebilir.

Öyküyü her din farklı  işlemiş. Sümer mitolojisinde de yeri olan anlatı ( Emeş-Enten ve Lahar-Aştan hikayesi Habil ve Kabil hikayesine benzer anlatımlar içermekte, daha sonra bu anlatımların musevi kaynaklarına aktarıldığı ifade edilmektedir) kardeş kavgası diye özetlenemez.
Aslında güçlü olanın sonunda öldüğü bir kavgadır da bu çünkü . Eski Ahit‘in Aramice tefsirlerinde ise kardeşlerin dövüştüğü, daha güçlü olan Habil’in yendiği ancak ağabeyinin hayatını bağışladığı belirtilir. Buna rağmen Kabil, Habil farkında değilken saldırmış ve onu öldürmüştür.

İncil kökenli kaynaklarda Tanrının Kabil’i lanetlediği onu yeryüzünde dolaşmaya mahkum ettiği,  cennet bahçesinden  (muhtemelen urfa civarı)   çöllere gönderildiği söylenir.
Kuranda habil ve kabil ile alakali tahmini 4 ayet geçiyor
5:27 – Onlara Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):” Seni öldüreceğim” demişti. Diğeri ise şöyle demişti: “Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder”.

5:28 – “Allah’a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.

5:29 – “Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur”.

5:30 – Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu.

Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu. (Maide: 31)
Öykünün dini boyutu açık. Gerçi açık olmasına karşın her dinde farklı biçimlerde ele alaınmış, adak, kız kardeşle evlenme , sevgi… bir sürü farklı neden sayılıyor. belki de toplamıdır kim bilir…Ya da büyük sosyologlara göre göçebelerle yerleşiklerin , çobanlarla çiftçilerin savaşı olarak da bakabiliriz.

 
ASIL ÖYKÜ BÖYLE OLABİLİR
Ya da metni daha farklı bir alana çekebiliriz.
Örneğin isimlerin anlamlarına bakarak da  farklı bir sonuca ulaşmak mümkün .
Arapça sözlüklerde Habil ismi efsunlu, büyücü insanı etkileyen, tesir edici hayal gördürtücü manasına geliyor.
Kabil isminin anlamı ise, mümkün olan, kabul edilen, gerçek, tür, cins anlamlarına geliyor.
Bu hikayeyi isimlerin manasına göre tekrar ördüğünüzde ise ortaya insanın ruh halini genel anlayışını anlatan bir öykü çıkar.
Daha önceki öykü gibi iki farklı karakterin değil de bütün insanlığın hikayesidir bu. O da hayalleri olan insanın gerçekler ve kabul edilenler karşısındaki çaresizliğidir. 
Var olanı (hakikati değil göreceli gerçekliği) hayal etmeye ( gelecek kurgusu değiştirme gücü) tercih eden insanoğlu kendi içinde onun başını döndüren, onu büyüleyen ve sürekli değişim isteyen hayallerini öldürmüştür.
Bunu bazen hayal kırıklığıyla, bazen zorbalıkla, bazen eğitimle bazen de bizim aklımıza gelmeyecek bir sürü başka biçimlerde yapmıştır.
Çoğumuzda çocukluktan (yaş değil ruh hali) çıktığımızda içimizde bir yerde duran kendimizi ve dünyayı değiştirme gücünü kaybetmiyor muyuz. işte o zaman içimizdeki Habil’i Kabil öldürüyor. Sizin hayalleriniz başkalarının gerçekliğine yenik düşüyor sonra tanrının Kabil’i cennet bahçesinden çöllere sürmesi gibi, kendimizi herkesin kabul ettiği sıradan bir yaşama sürüyoruz.
İçindeki katile dur demiş ve Habil ile Kabil’i bir arada tutmuş insanların sayesinde değişip gelişen tarih bizi insan olmaya daha çok yaklaştırıyor. Yoksa Kabillerin çokluğunda elimizde taşlaşmış kalbimiz ve avallaşmış aptallaşmış tekdüze hale gelmiş aklımızla “iyi birer katil” olarak  kalacağız. hem de sonsuza dek .

ÇOCUKLARINI YİYEN SATÜRN

ÇOCUKLARINI YİYEN SATÜRN

Zamanın kendisi dışındaki her şey üzerindeki hükmü su götürmez. Dev taşlı bir değirmen gibi kendine sıkışmış her şeyi öğütüp un ufak eder.Bütün zamanlara hükmedemese de insan kimi anlarda bu değirmenin ucundan kıyısından kurtulmayı başaran ve zamanı tarihe döndürebilen  ender tanrısal bir varlık.  Tanrısal çünkü yaratma edimine sahip.
Zaman mitolojilerde önce Kronos  ismini almış, bugün kökünü bir çok yerde bulduğumuz bu sözcük  pagan tanrılarının en belalısına işaret ediyor.; her şeyi yutan zamana . Kronos’un, annesi Gaia tarafından eline verildiği çelik tırpanla babası Uranos’un hayalarını kesmesi, tanrı kuşakları arasında yaşanılan çekişmenin ilk aşamasıdır. (Azrail simgesi ) Hesiodos’un anlattığı Çağlar Efsanesi Kronos ile ilişkili olarak özellikle Roma‘da tutunmuş ve Saturnus Çağı üstündeki efsaneler, birçok şairi etkilemiştir.Haftanın günlerinden Saturday(Cumartesi) ve Güneş Sisteminin Güneş’e yakınlık sırasına göre 6. gezegeni ismini ondan alır
.Büyük ressam Goya’nın sanatla dehşeti buluşturduğu tablosu

Çocuklarını Yiyen Satürn ya da kısaca Satürn (İspanyolca Saturno devorando a un hijo), İspanyol ressam Goya‘nın, Sağırın Beşi (Quinta del Sordo) adıyla bilinen evinin iki katındaki duvar sıvasına, dekorasyon amacıyla yağlı boya ile çizdiği 14 tablodan oluşan ve Kara Resimler olarak adlandırılan duvar resmi serisine ait bir tablodur. Serinin geri kalanıyla birlikte 1819 – 1823 yılları arasında çizilmiştir. Resimde Yunan tanrısı Kronos‘un (başlıkta Roma karşılığı olan Satürn ismi kullanılmıştır), kendi yerine geçmelerinden korktuğu çocuklarını doğumlarının hemen ardından yiyerek öldürmesi anlatılır. Goya’nın ölümünden sonra tuvale aktarılan resim, Madrid‘deki Prado Müzesi‘nde sergilenmektedir.) bu mitolojik hikayenin karanlık çağlardan bize sızması bile baba ile çocuk arasında süren büyük iktidar kavgasının hala devam ettiğidir. 

Kaynaklarda geçen mite göre  Satürn’ün çocuklarından biri, kendisinin babası Caelus‘un yerine geçtiği gibi, Satürn’ün yerine geçecekti ve tanrı Satürn  bunu biliyordu. Satürn bunu engellemek için bütün çocuklarını doğar doğmaz yiyordu.(ah hikaye çok tanıdık değil mi Musa) Karısı Ops Satürn’e ihanet etti ve altıncı oğlu Jüpiter‘i Girit‘te saklayıp, Satürn’ü kundağa sarılmış bir taş ile kandırdı. Sonunda kehanet doğru çıktı ve Jüpiter babası Satürn’ün yerine geçti.
Jüpiter hem Roma mitolojisinde büyük bir tanrıdır hem de  Sümerlerde. Sümer tanrılarının en büyüğü Marduk Jupiter’le, Jupiter Zeus’la aynı kaderi paylaşır.
(Roma mitolojisi‘nde Jüpiter, Yunan mitolojisi‘nde tanrıların en güçlülerinin başında gelen Zeus ile denktir. Etrüks mitolojisi‘nde ise Tinia olarak bilinir. Jüpiter, Optimus Maximus yani ”En Yüce, En Büyük” olarak anılır. Bu tanrı Roma mitolojisinde  kanun ve toplumsal düzenden sorumludur. Romalılarda ataerkil yapı olduğu için Jüpiter baba figürüdür. Hıristiyanlığı da etkileyen bir düşünce olarak adlandırılır. Mezopotamya’da Jüpiter gezegeni, Neberu adı ile anılır. Tanrı Marduk ile bağlantılıdır. Babil‘in en büyük tanrısı ve Eski Sümer tanrısı Enlil’e denk kabul edilmelidir. Asurlularda Aşur’a eşittir.)
Bütün bu insanlık deneyimleri   bize ne aktarır dersiniz?
Mitolojide ufak da olsa insanlığın geçirdiği evrelerden bir doku varsa – ki olmalı- çocuklarını yiyen Satürn bize ne anlatmaktadır?
Kişisel olarak,  kendini statükoya teslim etmiş, gelenekselleşmiş ve sürekli-mutlak iktidarın; değişim isteyenlerin, sürekliliğin  ve geleceğin karşısında uğrayacakları yenilgiden başka bir şey görmüyorum.
Hangi çağda ve hangi toplumda olursa olsun kendini dünün efendisi gören  anlayışlar, kişiler iktidar odakları ; her çocuğu öldürseler de  her yeni fikri diri diri gömseler de tarihin ilerleme isteği ve insanın tarih yapıcılığı karşısında direnememişler , direnemiyorlar.
İktidarlarını sonsuz ve mutlak sananlar kendi devirleri geçip parlaklıkları kaybolduğunda karanlığın içinde sessiz sedasız sönüp gidiyorlar.
Kendini tanrı sananlar bile toplumun aklı ve ahlakıyla yarattıkları yeni tanrılar tarafından  tahtan indiriliyorlar.
Zorbalıkları, güçleri, etkileri, çoğunluk olmaları hiç fark etmiyor.
Sonunda başka bir ışığın etkisinde eriyip gidiyorlar.

Çocuklarını yiyen Satürn , kendi çocuğu tarafından geride bırakılıyor. geçmişte kalıyor.

Güce tapar ahmaklarsa eski Tanrı’larını çarçabuk bir kenara atarak kendilerine yeni Tanrı’lar ediniyorlar.

Bize zamanı tarihe çeviren insan gerek.

Çocuklarını yemeyen,onları olağan akıla bırakan; birbirini yalanlamayan, yok etmeyen Tanrı’lar gerek.

Bize tanrısal olandan sıyrılmış insan gerek
Her şey  zamanı tarihe çevirecek insanların ellerinde . 

CENNETİN IŞIĞI VE NASA

CENNETİN IŞIĞI VE NASA 
Nasa yeni bir projesini tanıttı : Orion.
Orion (uzay aracı) NASA’nın çok amaçlı uzay yolculukları için tasarlamakta ve denemekte olduğu yeni nesil mürettebat aracıdır. Uzayın bundan  sonraki fatihi olacak aracın ismi öteki Nasa araçları gibi manidar.

Kadınlarla başı derde giren  (güzel yüzlü olduğu ve içkiye düşkünlüğü yüzünden olsa gerek) ve filmlerde defalarca işlenen müthiş bir aşk öyküsünün baş kahramanı olmanın dışında da şifreler saklıyor Orion ismi. Ancak şimdilik bilinen hikayelerini dinlemekle yetinelim. Ne de olsa Pısa sınavından ilk elliye girememiş bir ülkenin evlatları olarak hikayenin daha yumuşak daha görünür ve elbette daha bilimden uzak kısmı bizi ilgilendiriyor.

Orion, mitolojide oldukça eski ve köklü bir takım yıldızıdır. Sümerler tarafından Uru-anna ya da cennetin ışığı olarak kabul edilirdi. Ayrıca büyük Sümer kahramanı Gilgamesh olarak da bilinir.  Hindistan’da ise Orion takım yıldızı Zaman-Adamı anlamına gelen Kal-Purush olarak bilinir. Yunan  mitolojisindeki bir öyküye  göre Orion, bir akrep tarafından topuğundan sokularak öldürülmüştür.  Burada akrep, Scorpio (Akrep) takım yıldızı olarak bilinir. Gökte birbirini izleyen bu takım yıldızları bir arada bulunmaz; biri doğarken biri batar, mitolojik hikayede Akrebin Orion’u öldürmesi de bu yüzdendir. Ancak bu ölüm hikayesinin daha trajik bir biçimi de vardır. 

Orion ve av tanrıçası Artemis birbirini seviyorlardır. Ancak Artemisin erkek kardeşi Apollon bu evliliğe karşı çıkmaktadır. Apollon, Artemise kötü bir oyun oynar, bir gün Artemisle denizde çok uzakta görünen bir karaltıyı vurup vuramayacağı konusunda iddiaya girmiştir. Artemis, tek atışta hedefi kolaylıkla vurmuştur. Ancak, vurduğu hedefin nişanlısı Orion olduğunu öğrenince acı içinde kalmıştır.  Bu olaydan sonra Ay tanrıçası Artemis yaşama olan bağlılığını kaybetmiş ve içindeki acıyı dindirememişti.Denir ki ay bu acıdan dolayı soğuk, yalnız ve yaşanılması imkansız bir yerdir.   Artemis, Orionun bedenini gümüşten yapılmış Ay arabasına koyarak kendi elleriyle gökyüzüne taşımıştır.

Yine de Nasa gibi bir kurumun biz  “seyredenleri”  etkileyecek başka bir nedeni  olmalı .

Bu fikrin köklerini bulmak için coğrafyayı biraz değiştirmek Roma ve Antik Yunan’dan  zaman olarak biraz geriye mekan olarak da biraz aşağıya gitmek gerekiyor.  Mısır ve Mezopotamya arasında kalan bölgede bu yıldız kümesinin anlamı daha derin. İnanışa göre Gök Tanrıçası Nut, Osiris ile Seth adlı iki erkek tanrıyla, İsis ve Nephthys adlı iki kardeşi dünyaya getirir. Osiris, hem tanrı hem de insan olduğu için Mısır’ın ilk kralı olmuş, kız kardeşi İsis de onun eşi olmuştur. Osiris iyi bir yönetimle, insanlara bilimin ve uygarlığın sanatlarını öğretmiş, Mısır’ı zenginleştirmiştir. Ancak, kralın kardeşi Seth bir komplo kurarak, onu öldürür. Vücudunu parça parça doğrar ve Mısır’ın dört bir yanına saçar.  Ancak İsis kendi sihir gücüyle kocasının vücudunun parçalarını gizlice toplar; bir araya getirip Osiris’in vücudunu yeniden oluşturur, böylece ilk mumyayı yapmış olur.  İsis, yeniden hayata dönen Osiris ile cinsel ilişkiye girerek hamile kalır. Osiris, kendisi için geçici ve kısa süreli bu olaydan sonra, bir yıldız varlık haline dönüşür. İnanışa göre, Orion Takım yıldızı böyle oluşur.

Yine Mısır’da  Keops ve Kefren isimli dev piramitleri ile beraber bu piramitlerin tepe noktalarından geçen eksenden az kaçık şekilde inşa edilmiş küçük Mikerinos piramitleri Orion ile  ilişkilendirilmektedi   Mikerinost kendi başına alındığında hiç de küçük değildir, fakat diğer iki dev piramidin yanında cüceleşmektedir. Yani iki büyük piramit ve yanlarında bir küçük piramit vardır.  Orion takım yıldızı kuşağında iki tane parlak yıldız, bu iki yıldızı kesen eksenden az kaçık ve çok daha az parlak bir üçüncü yıldız yer alır. Piramilerin yerleşim planı ile bu yıldızların yerleşimi tamamen aynıdır. Ayrıca Mısır’ı ortadan ikiye bölen Nil Nehri ile gökyüzünü aynı şekilde ortadan ayıran Samanyolu, eski Mısır Gök dininde birbirleriyle ilişkilendirilmişlerdir. Ne ilginçtir ki Nil Nehri’nin bu piramitlere göre yeri ile Samanyolu’nun Orion takımyıldızına göre yeri aynı şekildedir.

Güzel matematik ama  hala kafamdaki neden sorusunu tatmin etmiş değilim. Çünkü Nasa’nın isim seçimlerinde hem daha çok bilime hem de mistik bir inanca gönderme gerekiyor.
İnanç olarak Sümerlerin “Cennetin Işığı” oldukça güzel bir neden .
Hatta buradaki öykü de Güneş sistemin ve Dünya’nın Orion bulutsusundan ortaya çıktığı da söylenen ilk yaratılışa atıfta bulunulabilir. Çünkü iddia odur ki yaşamın temel yapıtaşları bize oradan ulaşmıştır. Tesadüf cennetin ışığından yaşama dönen bir süreç .

Ortadoğu’da  insanlık tarihinin geçirdiği tüm evrimleri boşa çıkarıp bizden öncekilerin var ettiği her türlü bilgi ve birikimi yok sayarak birbirinin kanında boğulmaya devam eden bizlerin  yukarıdaki hikayelerle yetinmesi mümkün.  Biz Dünya ‘yı değiştiremeden bir Nuh gemisine binip bu dünyayı terk edecek olanların atası durumundaki Nasa ise bizden farklı olarak bilimi işin içine oturtmalı. Bilim olmadan yukarıdaki hikayelerin bir anlamı yok. Zaten görüldüğü gibi o hikayelerin de mutlak bilimsel bir alt yapısı var.

İnsanları Mars’a taşımayı hedefleyen bu uzay aracının yeni teknolojiye sahip plazma yakıtı kullanacağı belirtiliyor. Doğunun hikayeleri Batının biliminde hayat buluyor. Cennetin kapısını arayabilir mi ? Şüpheli .

Ama cennet demişken bir küçük hikaye daha anlatmak lazım. Hem bence bu hikaye bilmecenin en can alıcı noktası 🙂

8 KÖŞELİ YILDIZ

Kosova, Visoki Decani Manastırı’ndaki 1350 yılında yapılmış olan ‘İsa’nın Çarmıha Gerilişi’ isimli freskte sağ üstte görülen objeye yakından baktığımızda şaşırtıcı bir görüntüyle karşılaşırız. Uçan bir cismi andıran bu figürün üzerinde “8 köşeli yıldız” vardır. Şimdi diyeceksiniz ki sekiz yıldızlı  neyi temsil ediyor. Orionla ilgisi ne ? Orion takım yıldızı, Betelgeuse, Meissa, Bellatrix, Saiph, Rigel ve köprü yıldızlar Alnitak, Alnilam ve Mintaka isimleriyle toplamda 8 yıldızdan oluşur. Yıldızlar arasına çizgiler çekersek, 8 köşeli yıldızı andıran bir şekille karşılaşırız. Babil, Sümer ve diğer yıldız bilimci medeniyetler, Orion’u gözlemlerken, yıldızların yansıttığı ışık hüsmelerini, 8 köşesi olan bir şekil olarak yorumlamış ve zamanla Orion’u betimlemek adına 8 köşesi olan bir sembol yaratmış .

Süleyman’ın Anahtarı denilen ve el yazması Clavicula Salominis kitabında çizimi olan “rivayete göre de şeytanların kapısını aralayan” anahtarın Orion’ kümesinin benzerliği de inanılmazdır. Ve ne hikmetse o da 8 kolludur. (aşağıda)

Yani yedi kız kardeşi kovalayan avcı Orion’un 8’i her yerde duruyor. Hani ezoterizm takıntıları olanlar için de hikaye bitecek gibi değil .

Ama yeni yaşamı, İsa’yı  (babasız doğuş) dirilişi sembolize eden Orion takım yıldızının Mars’a gidişi  amaçlayan koloniyel tarzda bir yaşamı ön gören araca  ismini veriyor olmasının acıklı tarafı,  bizim gibi bilimden yalıtılmış toplumlarda biz cahillerin ancak bu aracın ismindeki gizemi ve bağlantıyı tartışabiliyor olmamızdır. Yani eloğlu (insanoğluna en yabancı sesleniş bu olsa gerek) kendi cennetini kendi yaratırken biz cenneti üfürerek aramak yolundayız.

Gönül isterdi ki ben de bilimle azıcık haşır neşir olaydım da bu araç Mars’a neden gidecek , hangi tip yakıtı ve motorları kullanacak, orada hangi yaşam ünitesine dahil olacak, Mars’a neden insanoğlu koloni kurmak istiyor, bu yeni yakıt modelli motorlar her yerde kullanılacak mı ? Ne kadar süre kalacaklar,Mars’a giden insanlar doğum vs gibi yaşam devamlılığını orada mı sağlayacak soruları sorsam ve bu sorulara yanıt verebilsem. Ama olmuyor, bizim bilimle ilişkimiz rivayetler üzerine .. öyle de kalacak gibi. 

Notlar

Sekiz köşeli yıldız her yerde ….

(Sol üstte görülen Babiller’e ait, M.Ö 12.yy’dan kalma taş oyma, Fransa, Paris, Louvre Müzesinde, sağ üstte, yine Babiller’e ait, M.Ö 2000 senesinden kalma kil plaka da New York, Metropolitan Müzesi’nde sergilenmektedir. Alttaki iki alçı mühürse Sümerler’e aittir ve Berlin Pergamon Müzesi’ndeler.

8 köşeli yıldız, aynı zamanda, ‘Kurtarıcı Sezarın Ruhu’nu temsil eden bir sembol haline dönüşmüştür ve tapınağın giriş kısmına asılmıştır. Yine aynı sembol, Constantine zamanında, Roma Askeri Kampının kapısına asılmıştır. Doğu Roma döneminden kalma alttaki paralar üzerinde, tıpkı Mezopotamya eserlerinde olduğu gibi, “hilal”le birlikte, 8 köşeli yıldızı ve Pleiades’in 7 yıldızını görürüz.

Orion yıldızı ve yanında kızkardeşler.